* 21 *

25 10 0
                                    

GİZLİ DAVET – AKRABALARI DAVET
Sevgili Hz. Peygamber (s.a.a) üç yıl, davetini gizli olarak sürdürdü, üç yıl içinde genel davet yerine bireyler üzerine faaliyet gösterdi ve ilerisi için fertler yetiştirdi. O günün şartları, açıktan davetin yapılmamasını, gizli temaslarla gerçekleştirilmesini icap ediyordu. Bu gizli davetler sayesinde bir grup dine yönelmiş ve İslâm'ı kabul etmişlerdi.

Tarih, onun davetini ilk zamanlarda kabul etmiş olan bu şahsiyetlerin adını kaydetmiştir. İşte onlardan bazıları:

Hz. Hatice,
Hz. Ali b. Ebu Talib (a.s),
Zeyd b. Harise,
Zübeyr b. Avvam,
Abdurrahman b. Avf,
Sa'd b. Ebi Vakkas,
Talha b. Ubeydullah,
Ebu Ubeyde b. Cerrah,
Ebu Seleme,
Erkam b. Ebi'l-Erkam,
Kudame b. Mez'un,
Abdullah b. Mez'un,
Ubeyde b. el-Haris,
Said b. Zeyd,
Habbab b. Eret,
Ebu Bekir b. Ebi Kuhafe,
Osman b. Affan
ve daha birçokları...

Söz konusu şahıslar ve daha adları zikredilmeyen bazı kimseler o dönemde İslâm dinine yöneldiler ve hazretin peygamberliğini kabul ettiler. Kureyş'in önde gelenleri, bu üç yıl zarfında, az çok Allah Resulü'nün gizli davetinden haberdar olmalarına rağmen, en ufak bir tepki ve cesaret göstermeden, günlerini gün edip eğlenmekle meşguldüler.

Bireysel eğitim ve yetiştirme dönemi diyebileceğimiz bu üç yılda, Allah Resulü (s.a.a), yârenlerinden bazılarıyla birlikte Mekke'nin vadilerine doğru gider, Kureyş'in gözünden uzakta namazlarını kılarlardı. Bir gün yine derelerden birinde namaz kılarlarken, müşriklerden bir grup onların bu işine itiraz edip, yaptıklarını kınadılar. Bu da Allah Resulü'nün yârenleriyle müşriklerden bazıları arasında küçük bir çatışmanın yaşanmasına neden oldu.

Müşriklerden biri Sa'd İbn Ebi Vakkas tarafından yaralandı. Bu yüzden, Allah Resulü (s.a.a), Erkam'ın evini ibadet yeri olarak belirledi. Orada ibadet ve tebliğ ile uğraşıyordu. Dolayısıyla bu işler müşriklerin gözünden uzakta gerçekleşiyordu. (Bu ev Safa dağının eteğindeydi ve bir müddet öncesine kadar «Dar-u Hayzeran» adıyla meşhurdu.) Ammar-ı Yasir ve Suheyb b. Senan o evde sevgili Peygamber'e iman eden kimselerdendir.

İslâm dünyasının ulu önderi, üç yıl boyunca hiç yılmadan dinini gizli olarak tebliğ etti. Düşünce ve zeka bakımından elverişli gördüğü kimseleri dinine davet ediyordu. Evrensel İslâm devleti kurmayı ve bütün fertleri tevhid bayrağı altında toplamayı kendine hedef edinmesine rağmen, bu üç yıl zarfında, kesinlikle umumî davette bulunmadı; hatta sadece tüm akrabalarını içeren özel bir tebliğe de girişmedi. Sadece insanlarla özel görüşür ve dinini kabul edebilecek, yetenekli ve liyakatli kimselere konuyu açardı.

Üç yıl zarfında bir grup insanı doğru yola iletti ve kendine taraftar etti. Kureyş'in önde gelenleri, bu üç yıl zarfında, Resulullah'a (s.a.a) hiçbir zaman edep ve ihtiramda kusur etmemişlerdi. O da bu müddet içerisinde onların put ve tanrılarını açıkça eleştirmemişti. O, sadece kalbi temiz insanlarla özel olarak görüşüyordu.

Özel (akraba daveti) ve genel davet başladıktan ve hazretin, onların insanlık dışı birtakım hurafe, metod ve yöntemlere dayalı olan dinlerine ve putlarına karşı eleştirileri yayıldıktan sonra Kureyş uyandı. Bununla birlikte gizli ve alenî çatışmalar başladı. Hz. Peygamber (s.a.a) ilk defa akrabaları arasında sessizliğini bozdu ve ardından umumî davetini başlattı.

Şüphesiz, büsbütün halkın hayatını etkileyecek ve toplumun gidişatını altüst edecek köklü bir değişim için her şeyden çok şu iki güce ihtiyaç vardır:

1- Hitap ve beyan etme gücü, şöyle ki; konuşmacı çekici bir metot ile gerçeği, şahsî düşüncelerini veya vahiy âleminden aldıklarını direkt olarak halka ve kamuoyuna aktarabilmelidir.

2- Savunma gücü; düşmanın saldırısı sırasında veya tehlike anında oluşturulabilecek bir savunma hattıdır. Aksi takdirde her ıslahatçının davet meşalesi davetinin ilk günlerinde sönmeye mahkûmdur.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) hitap ve beyanı en üst düzeyde idi. Tıpkı güçlü bir hatip ve konuşmacı gibi, ortama ve belagat kurallarına en uygun şekilde dinini açıklıyordu; ama davetin ilk yıllarındaki sorun ikinci güç idi. Zira bu üç yıl gibi kısa bir süre içinde sadece yaklaşık kırk kişiyi gizli davetle müminler grubuna katabilmişti. Hiç şüphesiz bu küçük grup Peygamber'i (s.a.a) savunmayı üstlenemezdi.

Bu bakımdan, İslâm dünyasının yegane şahsiyeti, bir savunma hattı ve çekirdek hücre oluşturabilmek için, umumî davetten önce akrabalarına çağrıda bulundu. Bu vesileyle her türlü tehlikeye karşı eksik olan ikinci gücü ve önemli bir cepheyi elde etti. En azından bu davetin faydası şuydu; akrabaları dinini kabul etmeseler bile, hiç olmazsa kabilecilik taassubu, akrabalık bağları ve duyguları, onu savunmaya yöneltecekti; kaldı ki bazı
kabile reisleri etkilenmiş, bazılarının da hoş görüsü kazanılmıştı.

Bu yüzden yüce Allah, akrabalara çağrı hakkında aşağıda hitap edildiği üzere ona şöyle bildirdi:
"Yakın akrabalarını ilâhî azapla korkut."
(Şuara Suresi, 214)
Genel ve umumî davet hakkında ona şu ayet nazil olmuştur:
"Görevlendirildiğin şeyi aşikâr et ve müşriklerden kaçın, şüphesiz biz seni düşmanın şerrinden koruyacağız."

Akrabaların Davet Edilişi:
Hz. Peygamber'in (s.a.a), akrabalarını dine davet ediş tarzı çok ilginçtir. O gün, daha sonraları davetin bilinmeyen yönlerini daha da aydınlığa kavuşturacak bir konu bilinmiş oldu.

Müfessirler ve tarih yazarları, "Yakın akrabalarını ilâhî azapla korkut." ayetinin tefsirinde görüş birliği ile şöyle yazarlar:

Allah, Hz. Peygamber'i akrabalarını dinine davet etmek üzere görevlendirdi. O da boyutlarını gözden geçirdikten sonra, yaşı henüz on üç veya on beşten fazla olmayan Ali b. Ebu Talib'ten (a.s) bir yemek daveti düzenlemesini ve yemekte süt de bulundurmasını istedi. Daha sonra, Haşimoğulları'nın önde gelenlerinden kırk beş kişiyi davet etti ve misafirlerin ağırlanmasının yanı sıra gizli sırrını da açıklama kararı aldı; ama ne yazık ki yemekten sonra konuşmasına başlamadan önce, amcası (Ebu Leheb), gereksiz ve boş konuşmalarıyla, konuyu açıklamak için oluşan ortamı bozmuştu.

Hz. Peygamber (s.a.a), konuyu ertesi güne ertelemeyi uygun gördü. Bu yüzden ertesi gün yine yemek davetini tekrarladı ve güzel bir ziyafet verdi. Yemeğin ardından önde gelen akrabalarına döndü; Allah'a hamdusena ve birliğine şahadetle söze başladı ve şöyle devam etti:

"Şüphesiz, bir cemiyetin yol göstericisi, kendi adamlarına hiçbir zaman yalan söylemez. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a andolsun, ben Allah tarafından size ve bütün âleme gönderilmiş bir elçiyim. Ey akrabalarım... Siz uykuya dalar gibi ölürsünüz ve uykudan uyanır gibi dirilirsiniz ve yaptığınız amellerinize göre mükâfatlandırılırsınız. İşte bu, Allah'ın iyilikte bulunanlar için daimi cennetidir ve O'nun cehennemi de kötülükte bulunanlar için daimidir."

Daha sonra şunları ekledi:

"Halktan hiç kimse kendi yakınları için benim size getirdiğimden daha hayırlısını getirmemiştir. Ben sizin için dünya ve ahiret hayrını getirdim. Rabbim bana sizi O'na çağırmamı emretti. İçinizden hangi biriniz beni destekleyecek?"

Sözler buraya ulaştığında toplantıyı büyük bir sessizlik kaplamıştı. Herkes, derin bir düşünceye dalmış, hedefin büyüklüğünü ve kendi sonlarını düşünmeğe koyulmuştu. Birden, henüz on beş yaşında olan Ali (a.s), sessizliği bozdu, ayağa kalktı ve sert bir tarzla şunları söyledi:

"Ey Allah'ın Resulü (s.a.a), ben size destek olmaya hazırım."

Hz. Peygamber (s.a.a), ona oturmasını emretti. Sözlerini üç kez yineledi. Ancak on beş yaşındaki gençten başka hiç kimse ona müspet cevap vermedi. Toplantı bitti.

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıWhere stories live. Discover now