* 47 *

16 9 3
                                    

4) Ümmü Âmir: İslâm'da, İptidaî cihadın, hanımlara haram olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bu yüzden, Medine kadınlarının vekili olan bir hanım, Hz. Peygamber'in (s.a.a) huzuruna çıkarak, bu mahrumiyet hakkında Hz. Peygamber (s.a.a) ile konuştu.

İtirazla karışık bir eda ile dedi ki: "Biz hayat şartları için gerekli şeyleri eşlerimiz için sağlıyor ve onları gönülleri rahat bir biçimde cihada gönderiyoruz. Lâkin biz kadınlar topluluğu, neden bu büyük feyizden mahrumuz?"

Hz. Peygamber (s.a.a) onun vesilesiyle, Medineli hanımlara bir mesaj göndererek şöyle buyurdu:
"Birtakım fıtrî ve toplumsal sebepler yüzünden bu büyük feyizden mahrum olmuş olabilirsiniz, ama sizler eşlerinize karşı vazifelerinizi yerine getirirseniz, cihat feyzine ulaşabilirsiniz."

Sonra şu tarihî cümleyi buyurdu:
"Doğru bir biçimde kocaya karşı görevin yerine getirilmesi, Allah yolunda cihat ile eş değerdedir."

Ancak, zaman zaman tecrübeli hanımlardan bazıları, İslâm mücahitlerine yardımcı olabilmek için, onlarla birlikte Medine dışına çıkıyorlardı. Susuzlara su vermek, askerlerin elbiselerini yıkamak ve yaralıları pansuman etmek yoluyla, Müslümanların zaferi kazanmasına yardımda bulunuyorlardı.

Adı Nesibe olan Ümmü Âmir diyor ki:
"Ben İslâm askerlerine su ulaştırmak için Uhud'a katılmıştım. Fetih rüzgârlarının Müslümanlardan yana estiğini gördüm; ama bir anda sayfa dönmüştü. Müslümanlar yenilgiye uğramış ve kaçmaya başlamışlardı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) hayatı tehlikedeydi. Ben, ölünceye kadar Hz. Peygamber'i (s.a.a) savunmam gerektiğini gördüm. Su testisini yere bıraktım ve elime geçirdiğim kılıç ile düşmana karşı koyuyor, bazen de ok fırlatıyordum."

O anda omzunda bulunan yarayı zikrederek şöyle diyor:
Halkın düşmana yüz çevirip, kaçmaya yüz tuttuğu vakit, Hz. Peygamber'in (s.a.a) gözü kaçmakta olan birine takıldı ve şöyle buyurdu: "Madem kaçıyorsun, bari kalkanını yere bırak." O kalkanını yere attı, ben kalkanı aldım ve kullanmaya başladım. Ansızın, İbn kamıa adlı bir adamın; "Muhammed (s.a.a) nerede?" diye bağırdığını duydum. O, Hz. Peygamber'i (s.a.a) tanımış ve yalın bir kılıçla ona doğru hamle etmişti. Ben ve Mus'ab, onun maksadına ulaşmasını engellemiştik. O, beni geriye itebilmek için, omzuma bir darbe vurmuştu. Ben de ona birkaç darbe vurdum, onun bana darbesi etkili olmuştu ve o yaranın izi tam bir yıl kaybolmamıştı. Benim ona olan darbelerim, onun iki zırh giymiş olmasından dolayı ona pek tesir etmemişti.Benim omzuma vurulan darbe, oldukça zor bir yaraydı. Hz. Peygamber (s.a.a), üzerinden kanlar süzülen omzumun yaralandığını fark etti.

Hemen oğullarımdan birini çağırarak şöyle buyurdu: "Annenin yarasını sar." Oğlum yaramı sardı ve ben yine savunmaya devam ettim.

Bu arada çocuklarımdan birinin yaralandığını anladım. Yaralıları sarmak için yanımda getirdiğim parçaları çıkardım ve oğlumun yarasını sardım. O hâlde, tehlike çemberinde olan Hz. Peygamber'i (s.a.a) korumak için çocuğuma dönerek şöyle dedim: "Evlâdım kalk ve savaşmaya devam et."

Hz. Resulullah (s.a.a), bu fedakâr kadının olgunluğu ve cesaretine hayran olmuştu. Hazret, onun çocuğuna darbe vuran adamı gördüğünde, hemen o adamı Nesibe'ye gösterdi ve dedi ki: "Oğlunu yaralayan, şu adamdır."

Bir kelebek misali Hz. Peygamber'in (s.a.a) etrafında dönen, yüreği yanmış anne, dişi bir aslan gibi o adama saldırdı. Ayağına vurduğu bir kılıç darbesiyle onu yere serdi. Bu defa Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu kadına karşı hayranlığı daha da arttı ve bu hayret verici manzara karşısında öylesine bir güldü ki, mübarek arka dişleri görünmüştü. (Hâlbuki Efendimiz sav'in gülmesi, normalde tebessüm hâlini geçmezdi.) Daha sonra ona şöyle buyurdu: "Oğlunun kısasını aldın."

Peygamber Hz. Muhammed SAV'in HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin