XVII| cruel man

2.4K 191 50
                                    

LAURIE

Hayali bir el boğazını sıkıyor ve onun nefes almasını engelliyormuş gibi hissediyordu piç kız. Gözleri yanıyor ve dolduğu için, uzaklaşan Cliffordları ile kafilesini görmekte zorlanıyordu.

Evet, Cliffordlar. Clifford soyadını taşıyan herkes güneye doğru yola çıkmıştı. Şu ejderhaların düzenlediği turnuva için. Laurie de babasının yanında güneye gitmek istemişti. Hatta babasına gidip kendisini de götürmesini, bu sayede ejderhalar için gözlem yapıp onları alt etmenin bir yolunu daha kolay bulabilme ihtimalini anlattığında babası soğuk mavi gözlerini Laurie' nin kahverengi gözlerine dikerek "Bir adamın onurundaki lekeler onun piçleridir. Lekemi oraya götürmek gibi bir aptallık yapmayacağım Laurie." diyerek önüne geri dönmüştü. Babasının karşısında yaşadığı duygulardan dolayı uzun bir süre hareket edememişti. Oysa günlerdir üstatların yanında çalışarak babasının gözüne girdiğini düşünmüş ancak değişen hiçbir şeyin olmadığını daha yeni fark etmişti. Laurie bir piçti. Her zaman piç olacak ve piç olarak ölecekti.

Clifford Hanedanı' nı uğurlayan insanlar yavaş yavaş kaleye geri dönerken Laurie yalnız kalana dek bekledi. Bomboş yola bakmak ona acı veriyordu ama gidecek gücü de bulamıyordu. Bu tarz durumları ilk defa yaşamazdı. Alışıktı ve kimsenin ne dediğini umursamazdı. Ama babasının son söylediği o sözleri günlerdir aklından çıkaramıyordu. Çok kırılmıştı. Hayatında ilk defa böyle duygulardan deneyim kazanmış ve bundan hiç hoşlanmamıştı. O, hissetmek istemiyordu. Ne mutluluğu, ne sevgiyi, ne de başka güzel duyguyu bile... Laurie sadece güçlenmek ve korku salmak, onu üzen herkesi öldürmek istiyordu.

Sonunda hareket etmeyi başaran bacakları onu kale duvarları içine değil de kalenin dışındaki kasabanın sokaklarına götürmüş, sefil ve aç insanların arasında dolaşmıştı. Kış geliyordu. Bu da, yiyecek bulmanın gittikçe zorlaşacağının habercisiydi. İnsanların açlıktan ölebilme ihtimalini umursamadı. Ne de olsa yaşadığı kalenin içinde aç kalması imkansızdı. Kimse onu umursamazken o neden başkalarının durumunu umursayaydı ki? Aptallık olurdu sadece.

Kasabanın sonundaki ormana vardı. Ormandaki ağaçlardan birinin dibine oturdu ve oturur oturmaz gözyaşları bir sel gibi boşaldı. Ağlamak istememişti. O ağlamazdı. Gözyaşlarını sertçe silip durdurmaya çalışsa bile başarılı olamıyor, yanakları ıslanmaya devam ediyordu. Öfkesinden ayağının altındaki kar yığınına tekme attı. Tekme attığı şeyin Rhoslyn' in kafası olduğunu hayal etti. Pis fahişe. Laurie onun yerinde olmayı, Clifford soyadını taşımanın hayallerini kurarken o bundan mutsuz olarak ejderhalara kaçmıştı. Her şeyden mutsuzdu. Ailesinden, nişanlısı Ashton Irwin' den, kuzeyden... Beyinsiz, diye düşündü yeniden. İçinden ona küfürler etmeye devam ederken sırtını yasladığı ağaca, başının hemen biraz üzerine bir ok saplandı. Laurie irkildi ve refleks olarak, belindeki kemerde asılı olan hançerini çekti.

"Kim var orada?" dedi ortaya doğru. Görünürde kimse yoktu ki, ilerideki çalılıkların arasından elindeki yayla genç bir delikanlı çıktı.

"Çok üzgünüm, leydim. Sizi incitmedim değil mi?"

"Az kalsın incitecektin seni aptal!"

O an ağladığını unutmuş ve güçsüz göründüğünü fark ederek hızla gözyaşlarını silmişti. Genç adam ise birkaç adım daha Laurie' ye yaklaştı. "Gerçekten üzgünüm. Talim yaparken kontrol dışı oldu."

"İyi." dedi Laurie sertçe. Dizlerini kendine çekip kollarını bacaklarına sardı ve gözlerini önüne sabitledi. Çocuğun artık gitmesini istiyordu.

fire and blood • malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin