LVI| the price of the facts

1.5K 148 143
                                    

CALUM

Kamptaki birçok adam gibi gökyüzündeki ayı izliyordu Calum. Dolunaya sadece birkaç gün kalmıştı ve o birkaç günün sonunda gölün diğer tarafında bekleyen aptal Viking ordusuna saldıracaklardı. Dün zavallı karısı ile buluşması gerektiğini anlatan Lestat prensten yalvararak izin almış ve gitmişti. Ama hala geri dönmemesi biraz şüphe uyandırıyordu. Üstelik onunla gönderilen asker de ortalıklarda yoktu.

Ashton bunu hiç umursamıyordu. "Cehenneme gitsin." demişti Lestat için. "Öğrenmek istediklerimizi öğrendik. Gerisi önemli değil."

Kumandanlar da kuşku duyuyordu. Göle vardıklarından beri prense gölün yakınında durmanın çok tehlikeli olduğundan bahsetse de Ashton adım atmamakta kararlıydı. David Hood her zaman aptal bir adam olmuştu. Ve hayatında söyleyebildiği tek akıllıca şey "Düşmanını hafife alma." cümlesiydi. Vikingleri çok mu küçümsüyoruz?

Şarabından büyük yudumlar aldı. Geceleri çok soğuk olduğu için durmaksızın şarap içiyordu adamlar. Şarap onları sıcak tutarken aynı zamanda sarhoş da ediyordu. Bu da askerlerin sürekli kavga etmesiyle sonuçlanıyor, kamp düzeni gittikçe bozuluyordu. Kumandanlar Ashton' un durmadan askeri olaylara burnunu sokmasından memnun değilken askerler ise hala kralın burada olmamasından şikayetçiydi. "Kral için savaşıyoruz." dediğini duymuştu bir askerin. "Ama kral nerede?"

Calum bazen bir hayalete dönüşerek askerlerin arasında geziyordu. Bazıları ailesine olan özlemini, bazıları savaşa olan nefretini, bazıları ölüme karşı olan korkularını ve bazıları ise... Mendeslerden bahsediyordu. Mendesler. Onları düşünürken buldu kendini Calum. Manuel Mendes, şüphesiz iyi bir kraldı. Doğu kıyılarında nadir gerçekleşen korsan istilalarında her zaman adamlarının önünde durmuştu. İki ailenin arasında bir problem olduğunda bizzat kendisi gidip sorunu çözer ve halkının zorlu kış şartları altında ezilmemesi için sürekli çabalardı. Ejderhalarla bile halkı için barış yapmıştı Manuel Mendes. Ama yaşlı kurtla birlikte barış da öldürüldü. Şimdi kış sert geçiyor ve yemeğimiz yok.

Maşrapasında kalan son yudumları da hızla içerek ayağa kalktığında başı biraz döndü. Umursamadan kendi çadırına doğru yürümüştü. Tıpkı gündüz emrettiği gibi yaver çocuğu orada buldu. Adını yine unutmuştu. Zaten adı önemli değildi.

Genç çocuk pantolonunun düğümlerini çözerken aynısını Calum da yaptı. Ardından çocuğu yatağa ittirerek ters döndürmüş ve kendini onun içine ittirmişti. Durmadan tekrarladı bu hareketi. Altındaki bedenin acı çekmesini de umursamıyordu. Ancak birçok bağırışı ve ardından gelen bir savaş borusunun sesini duyduğunda dehşete düşerek pantolonunu toparlamış, kılıcını çekerek çadırından çıkmıştı. Gece karanlığında neler olduğunu anlamak zordu. Etrafta koşturan ve hazırlık yapan askerlere baktığında bir açıklamaya ihtiyacı yoktu aslında. Saldırıya uğramışlardı. Koşarak prensin çadırına doğru ilerledi. Kalbi öylesine hızlı atıyordu ki üşüyen bedeni bir anda alev almıştı.

Ashton çadırın önünde atına binerken Kumandan Ramin hemen yanındaydı. Adam telaşlı ve yanındaki muhafıza emirler veriyordu.

"Ne oluyor?"

"Vikingler." dedi kumandan. "Güney tarafından saldırıya geçtiler ve durum çok kötü. Kimse hazır değildi buna. Herkes sarhoş ve... Kuzey tarafından da muhtemelen bir saldırı bekliyorum."

fire and blood • malikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin