Dominik

747 112 22
                                    

   Taş kapıları vurulana dek saatleri vardı ama Garrek o kadar endişeliydi ki onu saatler öncesinden hazırlanması için odasına yolladı. Aslında Dominik'in toplayacak pek bir eşyası yoktu. Ona giymesi gereken kıyafetler verilmiş ama Matana'da ne kadar kalacağına dair hiçbir şey söylememişlerdi. Bu yüzden yanına ne kadar eşya alması gerektiğini de bilmiyordu.

Pahalı olduğu belli bir kumaştan yapılmış bohçasını yatağa koyup düğümünü çözdü. Karpem'i temsil ettiği için ona düzgün kıyafet verileceğini tahmin etmişti.

Ama bir zamanlar ailesinin giydiği bekçi kıyafetini giyeceğini düşünmemişti.

Eğer anne babası gibi birer ketsi kıyafeti giyecek olsaydı bu durumu bu kadar yadırgamayabilirdi. Ama ona verilen deki'nin rengi kahverengiydi. Bu rengi sadece büyüsüz bekçiler giyerdi.

Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp iki parça halindeki deki'yi üzerine geçirdi. İkisinin da yanlarında ipleri vardı. İpleri sıkıca bağladıktan sonra aynanın karşısına geçti. Anne babası küçükken ona bir bekçi kıyafeti yaptırmıştı ama o Kalem'deki öğrencilerin giydiği gibi beyazdı. Üstelik o zamanlar sadece dört yaşında olduğu için istese de o dekiyi giyemezdi.

Altı yıl önce de ülke genelinde deki giyilmesi yasaklanmıştı. Dominik Markus'un boş tabutuna dokunduğu cenaze töreninde bile deki giymemişti.

Deki'nin üzerine bohçanın içindeki yeleği geçirdi. Kendine ait bir yeleği vardı ama o bir elçiye yaraşacak kadar kaliteli değildi.

Yeni yeleğinin rengi lacivertti. Katar'ın rengi. Lacivert yeleğin üstüne beyaz ve altın renklerinde Karpem'in amblemi işlenmişti. Son olarak kahverengi ayakkabılarını da giyip aynanın karşısına geçti.

Yelek ve deki'nin rengi o kadar uyumsuzdu ki daha fazla bu görüntüye katlanamayacağını fark edip aynanın karşısından çekildi.

Ona yoldaki ihtiyaçlarını karşılaması için biraz para da vermişlerdi. Yüklü bir miktar sayılmazdı ama çoğu zaman hiç parası olmadığı için otuz kam onun için yeterince fazlaydı.

Daha önce Marmares'in dışına hiç çıkmamıştı çünkü Kalem'in bekçiliği layık görülmüştü.

Buraya hapsolmak iyi bir şeymiş gibi.

Her ne kadar diğer bekçiler gibi kapısında bekleyen savunucular olmasa da onun da yaşadığı şehirden ayrılması yasaktı.

O da en az diğer bekçiler esirdi.

-

Elinde aynı bohçayla aşağı indiğinde Garrek'i teras boyunca ileri geri yürürken buldu. Garrek koşar adım yanına geldi.

"Hazır mısın? Dom, saçlarını yine düzeltmemişsin! Bir kere de sözümü dinlesen ne olur!"

Garrek'in sonsuz sayıdaki ikazlarına rağmen saçına limon suyu sürdürmedi. Ona verilen bu uyumsuz kıyafetleri giymeyi kabul edebilirdi ama saçları onun kırmızı çizgisiydi.

"Hayır," dedi kesin bir sesle. "Bu ülkede daha önce hiç dağınık saçlı bir elçi olmadı ve bak, görüyor musun, savaştayız! Belki bu dağınık saçlarla ülkeyi kurtaracak kişi olurum, ne dersin?"

"Kar yağsın başına!" Garrek biraz daha söylendi ama o da Dominik'i ikna edemeyeceğini bildiği için sonunda vazgeçti. Dominik onun endişelerinin farkındaydı. Kendisi de içten içe bu hisleri taşıyordu. Gittiğinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Başına her şey gelebilirdi. Ama bir yanı, Garrek'e itiraf edemediği küçük bir yanı bu yolculuğa çıkacağı için memnundu. Belki de Mirza'ya o kadar itiraz etmemesinin arkasında yatan neden de buydu.

Bu onun için Marmares'ten çıkma şansıydı. Nereye gittiğinin ya da ne yapacağının bir önemi yoktu.


Büyü, demişti tarihe geçmiş ilk Büyü Reisi, Avare Matana. İlk büyü reisinin Matana'lı olup şimdi bütün büyü bekçilerinin oraya hapsedilmesi ne kadar da komikti. Büyü bizim kurtuluşumuz!

Hala öyle olduğunu mu düşünüyorsun, ki Avare?

-

Garrek yüzünde dehşet dolu bir ifadeyle onun kapıya çıkmasını izledi. Uzun zamandır bu kadar düzgün kıyafetler giymemişti. Ayakkabıları -renkleri kötü olsa da- inanılmaz rahattı, üstelik içindeki çoraplar güzel kokuyordu. En son ne zaman güzel kokan bir çorabı olmuştu?

Garrek'i rahatlatmak istiyordu ama onu rahatlatması için söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Karpem'deki son bekçi olmayı o istememişti. Ama ne kadar itiraz ederse etsin bu görevden kaçamayacağını ikisi de biliyordu. Bu yüzden Garrek endişelerini bakışlarında sürdürmeye devam etti ve taş kapı yumruklandığında sessizce kapıyı açtı.

Kapının önünde onları iki atla genç bir çocuk bekliyordu. Üstünde Dominik'in günlük kıyafetlerine benzer benzer bir gömlek ve pantolon vardı. Ona bir yelek verilmemişti; bunun yerine kahverengi, ucuz bir ceket giyiyordu. Boyu hemen hemen Dominik'inkine eşti. Koyu renk saçları yüzünü çevreleyecek kadar uzundu. Gözlerinin karanlıkta ne olduğunu seçemedi ama açık renk olduğunu varsaydı.

"Bana birini hatırlatıyorsun." Atlara yaklaşınca atlardan birinin yıllar önce saraydayken bindiği at olduğunu fark etti. Atın yelesini okşarken hayvanın sıcaklığı içini ısıttı. "Seni görmek güzel, eski dost."

"Ben mi?" Çocuk şaşkın şaşkın ona baktı.

Arkalarından gelen Garrek çantasını uzattı. "Atla konuşuyor, kit. İnsan içine çıktığı mı var da seni tanısın?"

Aslında insan içine çıkıyorum, sadece insanlarla konuşmuyorum. Garrek onun dışarı çıktığı günlerde tek başına bir köşede oturup kitap okuduğunu düşünüyordu. Eğer evsizlerin arasına gittiğini bilseydi onu bir daha asla dışarı yollamazdı.

Çantasını atın arkasına bağlarken göz ucuyla çocuğu seyretti. Umarım bekçileri benden daha iyi tanıyordur.

Garrek ona sarılırdı ama onu bunu yapmayacak kadar iyi tanıyordu. Dominik sarılmayı sevmezdi. Bu yüzden Garrek onu endişeli gözler ve yumuşak gülümsemeyle selamladı.

"Yolun açık olsun, Dominik."

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Where stories live. Discover now