Dominik

2.6K 188 28
                                    

Rüyasında özlediği dünyayı gördü.

Beşinci resmini bitirirken uyuyakalacağını biliyordu. Ama gözleri tamamen kapanana kadar çizmeye devam etmişti. Başlarda ne çizdiğini kendi de bilmiyordu. Sadece çizmeyi özlemişti. Sonra gözünün önünde desensiz bir bandana belirdi. Bandananın altında da düz, siluetin omuzlarında biten açık renk saçlar. Bu aşamada resmin iyi bir yere gideceğini düşünmüştü ama sonuç tam bir fiyaskoydu.

Kalemi bile doğru dürüst tutamamıştı. Üstelik ne yaparsa yapsın kızın yüzündeki öfkeli ifadeyi istediği gibi yansıtamamıştı. Uyuyakaldığında başını yastığa koymuş, parmaklarıyla çizgilerin üzerinden geçiyordu.

Sonrası ise o küçücük evindeki huzurlu histi. Artık oranın neye benzediğini bile hatırlamıyordu. Ama onca yıldan sonra bile kalbinde oranın boşluğunu duruyordu. Her sabah kalbi sıkışarak uyanıyordu.

İçini bir türlü dolduramadığı o boşluk hissiyle. Artık hatırlayamadığı bir dünyaya duyduğu özlemle.

Bugün de onlardan biriydi. Bomboş, soğuk ve karanlık bir sabah.

Gözlerini tavana dikmiş öylece beklerken boşluk hissi yavaş yavaş ellerini üzerinden çekti.

İnsan eninde sonunda her şeye alışmıştı. Dominik'in çalkantılı hayatı ona bunu defalarca kez öğretmişti. Bir gün bu boşluk hissine de alışacaktı. Bir gün bütün geçmişi bu kapıların arkasında kalacak ve Dominik arkasına bakmayacaktı.

Geçmişi geçmişte bırak, demişti Esme'nin babası. Geçmiş bir bataklıktır, Dominik. Eğer onu geride bırakmazsan, o seni kendine çeker.

Ama Dominik bunu istemiyordu. Geriye sadece bu anılar kalmıştı. Bu anılar da giderse ondan, hala Dominik olduğu zamandan geriye hiçbir şey kalmazdı.

Gerinmek için havaya kaldırdığı ellerine baktı. Daha doğrusu üzerinde kırmızı çizgiler bulunan avuç içlerine. Avcundaki ve parmaklarındaki bu kalın çizgiler lambanın ışığında birer gölgeye benziyordu.

Bu yaralar birkaç saat önce hayatını kurtarmıştı. Ona o günü hatırlatmak dışında, ki bu sık sık olurdu, bir işe yarayacağını hiç düşünmemişti.

Gerçi eski dil için de böyle düşünüyordu.

Kabızlık giderici çay için de.

Yatağından kalkıp uyuşmuş bacaklarını gevşettikten sonra komodinin üstünde duran mumu yaktı. Sarı ışık odayı aydınlatınca yatağını düzeltip aynanın karşısına geçti.

Elini kaldırıp kalbinin üstünü ovaladı.

Diğer birçok eşyası gibi Katar'ın hediyesi olan aynadaki yansımasını izlerken kendini bir hasta yatağında hayal etti. Hiç uyanamayacağını bildiği bir uykuya dalıyor olsa mutlu olur muydu? Ya da şu an hissettiğini düşündüğü şeylerden farklı bir şeyler hisseder miydi?

Acaba delirdiğini ya da ölümcül bir hastalığa yakalandığını söyledikleri Mirza da onun gibi ölümünü hayal ediyor muydu? Belki de uyumak için aldığı haplar sonunda onu hasta etmeyi başarmıştı.

Belki de Dominik onu bir dahaki görüşünde cenazesine katılacaktı.

Mirza'nın hep istediği bu değil miydi zaten?

Sevdiklerine kavuşmak.

Dominik yirmi yıllık ömrüne yeterince cenaze sığdırmıştı. Başka bir Katar'ın ya da sevdiği başka birinin cenazesine daha katılacak gücü yoktu. Bu yüzden aynanın karşısından kalkarken her şeyin bir söylentiden ibaret olduğunu, eski dostunun sapasağlam tahtında oturduğunu hayal etti.

Odasından çıktığında uzun, çember halinde iki yanına uzanan koridorlara baktı. Kütüphane şehrin kalbinde kurulmuş, silindir bir kuleydi. Kulenin ortasına inen dört merdiven, ortada etrafı açık yine silindirik bir yerde buluşurdu. Bu merdivenlerden birisi tam odasının karşısında duruyordu.

Dünyada bu merdivenleri kıracak hiçbir güç yoktu. Ama maalesef bu merdivenlere onu yere çakılıp ölmekten koruyacak korkuluklar da yoktu.

Eğer koridorların bir tarafında odalar, diğer tarafında çift yönlü olarak kitaplar dizilmemiş olsaydı koridorlar da merdivenler kadar tehlikeli olurdu.

Bunun tek suçlusu sıradan insanların hayal dahi edemeyeceği bir güce sahip olan Mehdi'ydi. Ama Dominik ona ve yaptıklarına o kadar hayrandı ki bu küçük kusurunu görmezden gelmeyi tercih ediyordu.

Adımı merdivenin ilk basamağına attığında ilk kelimeyi fısıldadı. Kalamender. Buraya ilk taşındığı yıllarda bulduğu bir oyundu bu. Her basamağa bir eski kelime.

Bu küçük oyun dün hayatını kurtarmıştı. Üstelik yalnızdı ve yapacak hiçbir işi yoktu. Yalnızlığı içini kemiren bir his değil, bir gerçekti. Burada gerçekten ondan ve Garrek'tek başka kimse yoktu.

Kamer. Eski dili öğrenmeye kütüphaneye taşındığı ilk günlerde karar vermişti. O zamanlar eski dili öğrenmenin gereksiz olduğunu düşünürdü.

Artık herkesin en az bir çayın adını ezberlemesi gerektiğini düşünüyordu.

"Kamer," diye fısıldadı. Veliaht. "Katar." Hükümdar. "Kitarek." Katar'ın oğlu.

Dominik'in eski dostu Markus, bir önceki Katar Marek'in tek oğlu olarak bu iki unvana da sahipti. Her ikisini de sonuna kadar hak ediyordu.

Kitarek basamağında durup eski dostunu gözünün önüne getirmeye çalıştı. Bazı günler onu unutacağından korkuyordu. Eğer gördüklerini kâğıda dökemiyor olsaydı ondan ayrı geçirdiği altı yılın sonunda yüzünü neredeyse unutabilirdi.

Neredeyse.

Ne olursa olsun, içten içe onun yağmurlu gecelerle aynı renge sahip gözlerini ve kimsenin görmediği o hüzünlü bakışlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyordu.

Eliyle yeni yeni çıkan sakallarını ovuşturdu. Zaten karışmış saçları ona yeterince dağınık bir hava katıyordu, üstüne bir de sakal bıraktığında Yaşlı Garrek onu sokak çocuklarına benzemekle suçluyordu. İşin özünde bu adam, Dominik bunu asla sesli olarak söylemeyecek olsa da sık sık haklı çıkıyordu.

Sonuçta o, katar ailesi tarafından sahiplenilmiş, sokakta kalmış öksüz bir çocuktu.

"Onu kalbinizde arayın."

Üst katlardaki merdivenlerin sahanlığında hiçbir yazı ya da işaret yoktu. Ama birinci katın sahanlığının altında Dominik'in buradan her geçişinde dönüp baktığı bir yazı vardı.

Buraya ilk taşındığı günlerde burada durur, uzun uzun bu yazıyı seyrederdi. Eskiden burada yaşayan insanların kolaylıkla anlayabileceği, basit bir cümleydi. Oysa Dominik şimdi burada onlardan kalan eşyaların olduğu kütüphanede, onlar gibi bir yaşantı sürmüyordu. Kalbinde neyi araması gerektiğini de parmaklarını oynatarak göremiyordu.

Merdivenlerden kütüphanenin taş kapısına giderken göz ucuyla etrafa bakındı. Ama ne Garrek'ten ne de onun ahlaki değerlerle bağdaştırdığı beyaz elbisesinden bir iz vardı.

Sonra adım seslerini duydu. Garrek onların hem mutfak hem de banyo olarak kullandığı bodrum katından ellerinde yiyeceklerle çıktı.

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin