Dominik

1.2K 137 29
                                    

Dominik doğduğu günden beri evsizdi.

Ama yalnız kalmaya başladığında dört yaşındaydı.

Doğduğu hanı hala rüyalarında görüyordu. Oysa dört yaşından beri bir kez bile ziyaret etmemişti. Yine de elini kalbine götürdüğünde o sıcaklığı hissedebiliyordu. Gözlerini kapattığında yine evindeydi. Ailesiyle birlikte.

Saraya taşınmasından bir sene sonra Markus onu bu hana götürmeyi teklif etmişti. Kütüphaneye taşındıktan sonra da artık kimse onun ne yaptığını önemsemediği için canı istediğinde o hanı ziyaret edebilirdi. Yani onu doğup büyüdüğü yeri görmekten onu alıkoyan bir engel yoktu. Hatta kütüphaneye yerleştiği ilk sene defalarca Hanlar Sokağı'na gidip o hanın önünde de durmuştu. Ama hiç içine girememişti.

İçeri girmek, o çatı katına çıkmak, hayallerinde evi diye hitap ettiği yerde hiçbir şey bulamamak demekti. Bir kez orayı son haliyle görürse bir daha hiçbir rüyası mutlu olmazdı.

Elini kalbine götürdüğünde içini saran sıcaklık kaybolur, bir daha hiçbir zaman kendini anne babasının yanında olduğuna inandıramazdı.

Hem annesi hem de babası Bekçiler Birliği'ne liderlik etmiş güçlü büyücülerdi. Bu yüzden sadece halk değil, aynı zamanda saraydaki birçok kişi de onları tanıyordu. Sarayda anne babasıyla ilgili hikayeleri dinleyerek büyümüştü. Onlara dair silinen anılarının boşluğunu bir bu hikayeler bir de tutunduğu kalemi dolduruyordu.

İlk çizdiği resimde annesi ve babası vardı. Annesi kütüphanenin terasında oturuyor, Dominik'in babası da gökyüzünden onu seyrediyordu.

Annesi de babası da her bekçi gibi kendini büyüye adamıştı. Ömrünü bir şey uğruna harcamak ona hep çok yabancı, hatta saçma gelmişti. Belki de bunun nedeni hiçbir zaman böyle bir amaca sahip olmamasıydı.

Dominik onlara düzgün bir ev yerine küçük bir han odasında yaşadıkları için kızgın değildi. Orayı gerçekten çok sevmişti. Ama eğer bir handa kalmak yerine bir evde yaşıyor olsalardı hala evi diyebileceği bir yer olurdu.

Kalem'de, yani Büyünün Evi olan bu kütüphanede çok büyücü eğitim görmüştü. Bir zamanlar bu karanlık bina cıvıl cıvıl kitar'larla doluydu.

Kütüphanenin eski halini de gözünün önüne götürmek çok zordu. Aslında küçükken de anne babasıyla sık sık kütüphaneye gelirdi. Ama dünyayla beraber insanların anıları da değişmişti. Onun da herkes gibi geçmişi düşünürken başına ağrılar giriyor, hiçbir şeyi doğru dürüst hatırlayamıyordu.

Eğer kendi büyüsünü keşfetme şansı olsaydı muhtemelen güçlü bir büyücü olurdu. Belki anne babası gibi Bekçiler Birliği'ne girerdi. Belki de bir keller olur, diğer kitarları eğitirdi.

Belki de hiçbirini yapmaz, sadece büyü kullanma becerisine göre yapabileceği bir iş bulurdu.

Bu hayaller soğuk gecelerini renklendiriyordu. Ama bu Hanlar sokağında yapayalnız uyandığı gün hayatındaki her şeyin değiştiği gerçeğini değiştirmiyordu.

Oraya nasıl geldiğini defalarca düşünmüştü. Ama ne yaparsa yapsın hatırlayamıyordu.

Üzerinde geceliğiyle ailesiyle beraber yaşadığı hanın önündeydi. Elindeki oyuncağa sımsıkı sarılmış otururken geçenler ona şaşkın gözlerle bakmıştı.

Annesiyle babasına defalarca seslenmiş ama kimseden onların sesini duyamamıştı.

Elinde ona sonraki uzun yıllar dostluk edecek ayısına sarılıp başını dizlerine gömmüştü. Çünkü o insanlara bakıp annesiyle babasını görememek onu karanlıktan daha çok korkutmuştu.

Orada ne kadar süre boyunca öyle kaldığını bilmiyordu. Bir ara onlara annesiyle babasının adını söylemiş olmalıydı. Birisi gelip onu kollarından tutup havaya kaldırmıştı. Dominik başını kaldırıp bakmadığı için onu almaya gelen kişinin kim olduğunu bilmiyordu ama öyle yoğun bir nane kokusu almıştı ki bu koku ağlamaktan tıkanan burnunu açmıştı. Dominik onu tutan ellere sıkıcı sarıldığını hatırlıyordu.

"Seni Kalem'e götüreceğim," demişti. Dominik kalın bir sesi olduğunu söyleyebilirdi ama küçük bir çocuk için herkesin sesi kalındı. Her ne kadar sesini de kokusunu da hatırladığını iddia etse de adamın yüzünü asla hatırlayamıyordu. "Uçmak ister misin?"

Dominik daha önce hiç uçmamıştı. Birçok büyücü bedenini havada hareket ettirme yetisine sahipti. Onları birbirinden ayıran özellikleri bunu ne kadar süreyle ve ne kadar yüksekte yaptıklarıydı. Garrek'e göre annesi de babası da uzun süre uçabilirlerdi ama Dominik daha küçük olduğu için onunla hiç uçmamışlardı.

Eğer Dominik bir gün uçmanın mümkün olmayacağını bilseydi o zaman adama onu uçurması için yalvarırdı. Ama küçüktü ve korkmuştu; öyle korkmuştu ki korkudan ağlamaya başlamıştı. Bunun üzerine adam onu koluyla pışpışlayıp saraya yürüyerek götürmüştü.

Adamın kucağından gökyüzünü seyrettiğini hatırlıyordu. Gökyüzü... hatırlayamadığı onca şeye rağmen rengarenk olan gökyüzünü çok iyi hatırlıyordu. Her insanın gökyüzünü içindeki büyüye göre gördüğü söylenirdi. O zamanlar içindeki büyü daha ortaya çıkmayan Dominik, gökyüzünü bir gökkuşağı şeklinde görüyordu.

Gözünün önündeki renklerin ne kadar güzel olduğunu düşünmüştü. Artık gökyüzünde sadece mavinin tonlarını görebildiği için şimdi dönüp baktığında daha da güzel olduğunu düşünüyordu.

Onu kucağına alan adam dediği gibi onu Kalem'e götürmüştü. Dominik daha sonra yıllarca orada oturacağını bilmeden o terasta oturmuştu ve etrafındaki renkli kıyafetli bekçilerin arasında oturup beklemişti.

Kütüphanede ne kadar süre beklediğini de hatırlayamıyordu. Belki de yorgunluktan uyuyakalmıştı. Anne babası yokken, birileri onu o han odasında uyandırıp hazırlamazken, akşam tanıdık bir kokuya sarılıp uykuya dalmazken zamanın neye göre geçtiğini anlamak zordu.

Gökyüzü onu teselli etmek istermiş gibi renkten renge girmişti. Hatta birilerinin dans edip ona şarkı söylediğini bile söyleyebilirdi, eğer mantığı ona dur demeseydi.

Sonunda oldukça şık giyinimli biri onu almaya gelmişti. Dominik o zamanlar sarayda yaşayanların nasıl giyindiğini bilmiyordu. Hayatında ilk defa saraydan biriyle karşılaşmıştı. Adamın boyu o kadar uzun, cüssesi o kadar genişti ki Dominik bir an korkuya kapılıp ağlamaya başlamıştı. Adamın üzerindeki kıyafetler de tıpkı gökyüzü gibi rengarenkti. En azından Dominik öyle olduğunu düşünüyordu. Açık renk saçları en az Taqer'in saçları kadar uzundu ve güneş gibi parlıyordu. Dominik daha sonraki yıllarda onunla her karşılaştığında da kendini güneşin karşısında durmuş gibi hissedecekti.

"Merhaba, li Dominik." demişti Karpem ülkesinin Katar'ı, eski dilde büyünün efendisi Marek Mazhar Marmares. "Anne baban bir süreliğine burada olmayacak. Ben onların yakın bir arkadaşıyım. Onlar yokken seninle ben ilgileneceğim."

Dominik muhtemelen anne babasını istediğiyle ilgili bir şeyler söylemişti ama adam o kadar güçlü duruyordu ki Dominik herhangi birinin ona uzun süre itiraz edebileceğini düşünmüyordu. Adam resmen gücüyle insanı yalayıp yutuyordu. Dominik günlerini anne babasıyla beraber Kalem'de geçirmiş olmasına rağmen hiçbir büyücünün karşısında böyle hissetmemişti.

Marek Marmares hiç şüphesiz döneminin en güçlü büyücüydü. Büyüyle doğup büyüyle beslenmiş bir ülkenin hükümdarının da başka türlü olması beklenemezdi.

Marek onu kucağına aldığında bedenine bir sıcaklık yayılmış, tanıdık bir koku onu derin bir uykuya sürüklemişti. Burun delikleri gevşerken sanki bütün endişeleri verdiği nefesle beraber kaybolmuştu. Dominik o gün yetim ve evsiz kalmıştı ama henüz bunu bilmiyordu. Oysa Marek'in kucağında yatarken tekrar uyandığında anne babasını göreceğinden adı kadar emindi. 

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Where stories live. Discover now