Dominik

1K 133 38
                                    

Beileen Sarayı şehrin diğer ucunda bütün görkemiyle dikiliyordu. Dominik sarayı bu kadar görkemli kılanın büyü olduğunu söyleyenlere katılmıyordu. Beileen büyüyle ışıl ışıl parlamıyorken bile şehirdeki en güzel binaydı. Eğer saray ziyaretçilere açık olsaydı hala insanlarla dolup taşardı.

Eğer Dominik olduğundan birkaç yaş daha büyük olsaydı diğer büyücüler gibi büyünün eksikliğini daha çok hissedebilirdi. Ama onun büyüye dair bildiği tek şey yarım yamalak hatıralarıydı. Diğerleri gibi büyünün olmadığı ilk senelerde sık sık baş ağrıları yaşamıştı. Ne zaman büyüye dair bir şey düşünse kafası karışıyor, düşündüğü şeyi unutuyordu.

Üstelik Dominik diğerlerinin aksine büyünün kaybolduğu geceyi tam olarak yaşamamıştı. O sarayın gökyüzünden düşüşünü görmemişti. Sarayın gökyüzünden düşmesine rağmen nasıl hiç zarar almadığını da bilmiyordu. Kimse o gece neler yaşandığından emin değildi. Herkesin tek bildiği şey, güneş doğduğunda yaşadıkları şehrin cesetlerle dolu olduğuydu.

Dominik bu sahneleri görmemişti ama konuştuğu kimsenin görmediği bir şeye tanık olmuştu.

"Taqer." Adımlarını hızlandırıp ona yetişti. "Sana da hiç oluyor mu?"

"Ne oluyor mu?"

"Bazen," dedi Taqer'in yanında yürürken. Taqer'i tek başına yakalamak çok zordu. "Bir şeyler hatırladığımı düşünüyorum. Büyüyle ilgili. Sana da oluyor mu? Benden daha büyük olduğun için muhtemelen sana daha sık oluyordur."

Taqer bir anda durup karşısına dikildi. Bunu kasten onu korkutmak için yapıyordu. Bu yüzden Dominik tepki vermeden dostunun gözlerine baktı.

Taqer ona neredeyse muzip sayılabilecek bir bakış attı. "Kütüphanede de hayaletler varmış. Peki sen bu konu hakkında ne düşünüyorsun?"

Dominik önce bunun konuyla ne alakası olduğunu anlayamadı. Sonra çatılan kaşları gevşedi. "Benimle dalga geçiyorsun."

Taqer başını sallayınca bu ikisi arasındaki sohbetin sonu oldu.

Sarayın dış kapısındaki savunucular Taqer'i görünce hazır duruşa geçip onu başlarıyla selamladılar. Hemen sonra bakışlar -tabii ki -Dominik'e kaydı. Taqer önlerinde dururken hiçbiri ağzını açamadı ama o kapıdan içeri girerken alışkın olduğu fısıltılar teker teker duyulmaya başladı.

O şu bekçi çocuk değil mi? Kütüphanede yaşayan. Miketsi. Lanetliymiş diye duydum.

Sesler arkasında kaybolurken önünde yürüyen Taqer'i takip etti. Saray son gördüğünden bu yana neredeyse hiç değişmemişti. Bahçesi hala kuru ve çiçeksizdi. Girişteki merdivenler morarmış yerlerini acıtacak kadar uzundu.

Ne zaman buraya bir an durur ve eski yaşamını düşünürdü. Çizim yapmaya başladığında beş ya da altı yaşındaydı. Bu yüzden gördüklerini gözünün önüne getirmek onun için kolaydı.

Hala her şeyin eskisi gibi olduğunu düşünmek ne kadar da kolaydı.

Gözünün önünde sarı uzun saçlarıyla parlayan Esme belirdi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yanında duran sevgilisine bakıyordu. Bu görüntü Dominik'i en boğucu günlerden kurtarmıştı.

"Bazı günler insanları sevmediğini düşünüyorum. Sonra onları ya da bizi seyrederken yüzünde beliren gülümsemeyi görüyorum ve yanılıyorum." Markus'un neredeyse büyülü olacak kadar tok bir sesi vardı.

Onu son görüşünün üzerinden yıllar geçmişti ama ne zaman onunla geçirdiği zamanları hatırlasa sesi tüylerini ürpertirdi.

Şefkat Markus'un gözlerini mümkünmüş gibi daha da güzel kılardı. "İşte öyle zamanlarda... insanları bizden bile daha çok sevdiğini anlıyorum."

Bu iltifatlar Dominik'i çok rahatsız ederdi. "Dediğin gibi olsaydı daha çok arkadaşım olurdu."

Markus'un koluna vurduğunu hatırlıyordu. O kadar güçlü olmasına rağmen Dominik'in canı hiç yanmamıştı. "Aman Esme bu laflarını duymasın. Sonra seninle yeterince ilgilenmediğini düşünüp kendini yiyip bitirir."

Dominik o zaman da bu anı düşünürken de gülümsüyordu. Belki Taqer ona gelmesini işaret etmeseydi biraz daha geçmişte yaşayıp mutluluğun tadını çıkarabilirdi. Ama Taqer'in heykelleri andıran suratı onu gerçekliğe döndürmek için fazlasıyla yeterliydi.

Bir savunucu hızlı adımlarla karşılarında belirip Taqer'i selamladı. Dominik'in hassas kulaklarının bile duyamayacağı kadar kısık sesle konuşuyordu. Savunucunun anlattıklarıyla biraz olsun ilgilenmiyordu. Sarayı özleyeceğini hiç düşünmemişti ama aylar sonra buraya dönmek, onu beklediğinden daha çok etkilemişti.

Bir an büyüsüz bir Beileen fikri ona ağır geldi. Belki de büyücülerin de büyüyle beraber ölmesi iyi bir şeydi. Büyüyü hiç tatmayan Dominik onun yokluğunu bu kadar hissediyorsa kim bilir onlar nasıl hissederdi.

Önce en güçlü büyücüler ölmüştü. Dominik ve Garrek gibi büyüsüz, sıradan insanlar geceyi baş ağrılarıyla atlatmıştı.

En azından Dominik öyle duymuştu.

Onunkinin pek öyle olduğu söylenemezdi.

O geceyi hatırlayınca el ve ayak parmaklarındaki yaralar sızladı. Şimdi sırası değil. Şimdi değil.

Taqer hala savunucuyla konuşurken Dominik başını iki yana salladı. Saraya bak. O geceki halini değil, senin sevdiğin halini düşün.

Her gece saraydan ışıklar yayılırdı, diye anlatıyordu Katar der Grame'de. Işıklar Evi, Beeilen. Saraya bu adı veren kişi Mehdi'ydi. Geceleri şehirde gezen insanlar, aralarındaki mesafeye rağmen sarayın ilk katındaki müziği duyabilirdi. Ancak hemen bir üst katta yaşayan katar ve ailesinin kulağına tek bir fısıltı bile gitmezdi.

Bazı geceler kütüphaneden sarayı izlerdi. Artık gökyüzünde olmayan Beileen'e yukardan bakarken hayatının gerçekten de alt üst olduğunu hissediyordu.

Bazı günler gözleri sarayın meşhur camlarını arardı. Sarayın giriş kapısının üstünden, iki yanındaki oyuklara kadar geniş bir cam vardı. Rivayetlere göre eğer bir kişi saraya uçar ve ön kapının üstündeki büyük cama bakarsa, camdaki ışıklar o kişiye kalbinin aradığı şeyi söyler.

Bu bazen aşktır, bazen bir kaçış; bazense hiç beklemediği bir isimdir.

Bütün bu renkli dünyanın kaybolmasının üzerinden altı sene geçmişti. O günden beri saraya gelişinde eskiye dair bir işaret bulma umuduyla gitmiş ama her seferinde bu saraya daha da az yakışan bir mutsuzlukla ve renksizlikle karşılaşmıştı.

Sonunda savunucunun bir cümlesini yakalayabildi. "Ki Kut. (Saygıdeğer Komutanım) Ki Emer de sizinle görüşöek istiyor."

Taqer'in yüzünde yine o rahatsız ifade belirdi ama savunucuyu başından savıp merdivenlere doğru yürüdü. Dominik tıpkı kütüphanedeki gibi korkuluksuz yapılmış merdivenleri çıkarken dansların yapıldığı bomboş çembere, sergi eşyalarıyla dolu koridorlara baktı.

Komik bir şekilde sergilenen eşyaları görecek kimse yoktu.

"Bazen," dedi Taqer merdivenleri çıkarken. Dominik Taqer'in onunla konuştuğunu fark etmemişti bile.

"Evet?"

"Gerçekten hayaletlerle konuştuğunu düşünüyorum."

Dominik ilk başta onun ne demek istediğini anlamasa da sonra buraya geldiğinden beri etrafa bakındığını hatırladı.

Ne diyebilirdi ki? Ona verebileceği sözlü bir cevap yoktu.

O da geçenlerde öğrendiği savunma yöntemine geçti.

Gülümsedi. 

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin