Dominik

247 45 8
                                    

"Görüşmeyeli nasılsın Garrek?"

"Görüşmeyeli nasılsın Garrek?"

Garrek gözlüklerinin üstünden ona baktı. Kalın kitabının sayfaları sararmıştı. "Yine ne yaptın sen?"

Dominik beklediği cevabı alırken gülümsedi. Cevapları duymadan tahmin etmek gibisi yoktu. Garrek'in karşısındaki sandalyeye gömülüp bacak bacak üstüne attı.

"Kitap okuyordum," Garrek'in önündeki meyvelerden birini eline aldı. Üzeri beyaz tozlar kaplamış, mor bir üzümdü. Onu iki parmağının arasında döndürdü. "Merak ettiğim birkaç konu vardı."

Garrek ayracını arasına koyup kitabını masaya bıraktı. Gözlüklerini burnunun kemerine iterken ellerini önünde birleştirdi. Güzel, diye düşündü. Yaşlı dostunun dikkatini çekmişti.

"Ne okuyordun bakalım?" Son günlerde sessizliği neden sevdiğini anlama fırsatı olmuştu. İnsan konuştukça, konuşacaklarına odaklandıkça etrafındaki değişimleri takip edemiyordu. Oysa sessizce dinlerken önündeki bütün dalgalar sessizdi. Ne görmek istiyorsa tek yapması gereken, berrak suyun üzerine eğilmekti.

"Büyü tarihi." Üzümün ince kabuğunu dişiyle soyup ağzına attı. "Kara büyüler."

Garrek hemencecik kaşlarını çattı. Alnındaki kırışıklar buruşuk bir kâğıt gibi kendini belli etti. "Bu da nereden çıktı?"

Bu belki de sorulacak en doğru soruydu. Valerie ile konuşmasının üzerinden iki gece üç gündüz geçmişti. O günden beri kütüphanede bildiği bütün kitapları toplamış, teker teker incelemişti.

Hepsini daha önce birkaç defa okumuştu. Ama insan neye bakacağını bilmiyorken gözünün önünde işaretler olmasının bir önemi yoktu.

Valerie de günlerdir gözünün önündeydi. Ama ona bakarken de hiçbir şey görmemişti.

Başbekçi'nin kızı ona birçok şey öğretmişti. Dominik ona her zaman bunun için müteşekkir kalacaktı.

Belki teşekkürün bir kısmını da Yusar'a iletmeliydi. O da sözlerinde haklıydı. Adı ister sevgi ister kabullenme olsun, adını koymakta başarısız olduğu sayısız duygu onu kör etmişti. Şimdi o halini düşündükçe içi ürperiyordu.

"Onca yıldan sonra bir şölene katılmak beni geçmişe götürdü." Sözlerinde dürüsttü. "Büyünün olduğu zamanları, son katıldığımız büyü şölenini hatırlamaya çalıştım."

"Çok başın ağrımış olmalı."

"Ah, kesinlikle." Başının ne kadar ağrıdığını kelimelerle anlatması imkansızdı. Büyü kelimesini o kadar çok tekrar etmişti ki kitapları bıraktığında birisi kafasına çekiçle vuruyor gibi hissediyordu. "Ama bir şey aklıma takıldı. Meklismus'la ilgili hiç yazılı eser olmadığı için elimizde sadece anlatılan hikayeler var, değil mi?"

Garrek başını sallarken yüzünü buruşturdu. "E-evet. Şimdiden şakaklarına ağrılar girdi. Ne soracaksan çabuk sor."

"Büyünün kaybolmasına neden olan bir kara büyü müydü?"

Yaşlı dostu sandalyesinde geriye yaslandı. "Bazı söylentiler o yönde olduğunu söylüyor."

"Anlatılan bütün hikayeler birer söylenti değil mi zaten?"

Garrek onu başıyla onayladı. "Büyünün nasıl ortadan kaybolduğunu görüp hayatta kalan kimse yok. Her ne kadar Datumiler göğüslerini gere gere saldırıyı üstlenseler de onların yaptığına dair de bir kanıt yok. Kimse bir şey bilmiyor."

"Yani, diyorsun ki kimse büyünün kaybolduğunu görmedi. Hiç kimse."

Garrek dudağını büzdü. "Bazıları bir şeyler gördüklerini iddia ediyor ama bence hepsi palavra. Deliren kahinler de bir şeyler söylüyor ama onların da... eh, ne kadar doğru söylediğini bilemeyiz."

"Peki ya ölenler?" Öne doğru eğilip meyveyi tabağa bıraktı. "Ölenlerin bedeninde hiçbir yara izi yoktu. Hiçbirine bir şey olmadı, değil mi?"

Garrek'in gözleri Dominik'in masadaki ellerine kaydı. "İnsanlar işlerinin ortasında bir anda yere yığılınca bazı yerlerde yangınlar çıktı. Korkup kaçmaya çalışan insanlar da birbirini ezdi. Fakat büyüden ölenlerin bedeninde hiçbir yara yoktu, evet."

Ahşap masanın yüzeyindeki çizgilere baktı. Kimsenin bedeninde iz yok. Kara büyü olduğunu söyleyenler var. Kimse hiçbir şey hatırlamıyor.

Avuç içlerini kendine çevirirken parmaklarındaki yaralara baktı. Yer yer hala kırmızı, çoğu beyaz olan ince kalın çizgiler. Yanık izleri.

"Dom..." Garrek elini uzattı ama ona dokunmadı. "Geçmişi irdelemek iyi bir fikir değil. Bunca zaman hayatımıza devam edebildiysek, bu geçmişi düşünmediğimiz için."

Başını kaldırıp altı yılını paylaştığı dostunun yüzüne baktı. Onda bakıp neyi görememişti? "Son bir soru daha. Sonra geçmişi, hep yaptığımız gibi arkamızda bırakalım."

Garrek ağzını gererek esneyip kollarını göğsünde kavuşturdu. "Ki tekür, bir soru daha sorsan burada uyuyakalacaktım."

Oturuşunu düzeltip bir elini cebine atarken göğsünde adını koyamadığı bir ağırlık vardı. Şu an bile hala bunu yapıp yapmamak konusunda tereddütleri vardı. Belki de bu işi kendi halletmesi daha doğruydu.

Ama başvurabileceği hiçbir kaynak yoktu. Onun soracakları hiçbir kitaba yazılmamıştı. Özellikle kitaplardan silinmişti.

"Belki de bunca zaman sana yanlış soruları sordum." Cebindeki kâğıdı çıkarıp masaya koyarken dişlerini sıkmaktan çenesi ağrımaya başlamıştı.

Garrek'in gözlüğünü yukarı itip masadaki kâğıda dokunmasını seyretti. Altı yılını bu adamın yüzündeki mimikleri seyrederek geçirmişti. Artık ondan bir cevap almak için sözlerini duymasına gerek yoktu. Garrek'in mektubu tanıdığı anda eski dostunun ona yalan söylediğini anladı.

"Bana amcamın nasıl öldüğünü anlat." 

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Where stories live. Discover now