Dominik

9K 461 74
                                    

Rüzgar buklelerin arasında dans ederken Dominik bir zamanlar büyünün evi olan kütüphaneden dışarı çıktı.

Eskiler rüzgarların şehrin sırlarını fısıldadığını söylerdi. Eğer eskilerin dedikleri doğruysa rüzgârın bu kadar sert esmesine şaşmamalıydı. Var olmuş hiçbir kâhin büyünün başkentindeki sırların hepsini bilemezdi.

Bu sırların birçoğu bu şehrin insanlarının aklını günlerce meşgul edebilirdi. Hele de bu sırların arasında biri vardı ki şehirdeki herkes bu sırrı görmek için can atar ama ne zaman görse bildiği bütün lanetleri sayardı.

Ama bu sır Dominik'in ilgisini hiç de çekmiyordu. Bu sır altı yıl önce karanlık bir gecede onun ellerine doğmuş, üzerine o gece kadar karanlık bir leke olarak yapışmıştı.

O gün bugündür insanların dilinden düşmeyen bu sır, onun uzun zamandır bilinen tek adıydı. O bir zamanlar bir ailesi, bir yuvası olan Dominik değildi.

O Marmares'in Meşhur Son Bekçisi'ydi. Terk edilmiş bir kütüphanenin tozlarının arasında kaybolan bir kitap gibi görünmez olması emredilen yetim çocuktu.

Ama o saklanmak yerine gecenin bir yarısı şehrin en kalabalık meydanına gidiyordu.

İşte bu yüzden gölgelerin arasında attığı adımları da bu fısıltılar kadar sessizdi. Taş köprünün arnavut kaldırımları bile onun adımlarını duymuyordu.

Belki de bana söyleneni yapmalıydım, diye düşündü. Sessiz, görünmez olmalıydım. İnsanlar ancak bu şekilde var olduğumu unutabilir.

Bir yanı Son Bekçi'nin kaybolup gitmesini çok isterdi. Muhtemelen bu şehirde bunu ondan daha çok isteyen kimse yoktu. Ama o bütün gününün gökyüzünün yanında duran odasında geçirse bile bu isteği gerçekleşmeyecekti.

İnsanlar onun lanetinin arkasına onlarca hikâye dizerdi. Ama onun en büyük laneti hala nefes almasıydı. Belki de Mirza onu o karanlık gecede öldürmeliydi. Eğer bunu o gün yapacak cesareti olsaydı bugün ne Garrek ne de Esme onun başına bir şey gelmesinden endişelenirdi.

Ne de Dominik şehrin insanlarının bakışlarına başını eğmek zorunda kalırdı.

Belki ondan asıl bekleneni yapıp yok olamayabilirdi. Ama onu istemeyen bir şehrin sokaklarında nefes almaya çalışmak, ona insanların gözünün önünde dururken de görünmez olmayı öğretmişti.

Şehrin iki yanını birbirine bağlayan köprünün ucunda durdu. Burası başını eğmeden yürüyebileceği son yerdi. Bu yüzden bir süre hareket etmeden özgürce hem gökyüzünü hem de sessizliğe bürünmüş şehri seyretti.

Başlığını alnındaki bukleleri kapatacak kadar önüne çekerken ellerini pelerinin cebine soktu. Köprü arkasında kalırken bir daha hiç başını kaldırmadı. 

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Where stories live. Discover now