Dominik

522 79 14
                                    

Sarayın girişinde onları bir savunucu kafilesi daha karşıladı. Sarayın altı tane giriş kapısı vardı. Bu girişlerin dışında Dominik'in bir zamanlar bacaklarını sallandırmaktan zevk aldığı geniş verandalar da bulunuyordu. Dominik buraya her geldiğinde aklında o melodi belirirdi.

Bırak kendini sevgilinin kollarına,

Nasıl olsa götürecek seni büyü,

Gideceği nehrin sonuna.

Hafızası ona ne kadar oyun oynarsa oynasın burada geçirdiği şölen gecelerini unutması imkansızdı.

Hiçbir büyü şöleninde dans etmemişti. O bunun yerine kalabalıktan uzakta bir köşede oturur ve gökyüzünü seyrederdi.

Göz ucuyla Valerie'ye baktı. Bu kız kesin büyü şölenlerine, onlarca insanın arasında olmaya bayılırdı.

Dominik bunun ne kadar yorucu olduğunu hatırlayınca içi ürperiyordu.

Markus bile bir yerden sonra bu kadar insana dayanamazdı.

"Bazen bütün bu kalabalık beni de yoruyor," demişti bir akşam. Dominik'in yanına oturmuş, onunla beraber sık sık yaptıkları gibi gökyüzünü seyretmişlerdi. Dominik onunla beraberken kendini konuşmak zorunda ya da susma ihtiyacı içinde hissetmiyordu. Onunla isteyerek, bundan zevk alarak sessiz kalabilirdi. "Ne zaman buraya gelip bacaklarımı sallandırsam Karpem'in Kitarek'i değilmişim de sıradan bir çocukmuşum gibi hissediyorum."

Dominik onun omzundaki yükleri biliyordu. Ama bu durumda ne söylemesi gerektiğini bilememişti.

"Keşke herkes senin gibi olsaydı, Dom. O zaman Marmares çok daha yaşanılır bir yer olurdu."

Dominik onun bu sözüne de bir cevap verememişti.

Valerie etrafa bakarken Dominik onun gözlerinde bir hayret ya da etkilenme göremedi. Saraya ilk kez gelen birisi mutlaka hayrete düşerdi. Sonuçta eski görkemi kalmasa da Beileen Sarayı Karpem'deki en gösterişli yapıydı. Annesinin bir bekçi olduğu düşünülürse daha önce buraya defalarca gelmiş olmalıydı.

Kim bilir, belki de ikisi de küçükken aynı şölene katılmışlardı. İçinden bir ses onun dans etmekten bir köşede oturup sessizce gökyüzünü seyreden yalnız çocuğu fark etmeyeceğini söylüyordu.

"Ki Dominik." Onları geçen sefer ortalarda görülmeyen, Mirza'nın saraydaki eli Obaron karşıladı. Obaron en az Garrek kadar yaşlı, uzun yıllar Esme'nin babasıyla çalışmış bir tüccardı. Hanlar Sokağı'ndaki on handan ikisi ona, dördü Esme'nin babasına aitti. Valerie gibi, hatta ondan çok daha koyu bir tene sahipti.

Dominik'in bildiği kadarıyla Karpem'de doğup büyümemişti. Şimdilerde kimsenin gelip gidemediği bir ada ülkesi olan, Seferin'den gelmişti. Babası adadaki nadir büyücülerden biriydi ve Kalem'e kabul almıştı. Buna rağmen biricik oğlu Obaron hiçbir büyü yeteneği göstermemişti. Büyücü babası -Dominik adamın adını hatırlayamadığına şaşırdı- onu sarayda, üzerinde ipek kıyafetler ve sol omzunda lacivert pelerinle görseydi kim bilir neler düşünürdü.

Adamın gözleri saniyeler içinde ondan Valerie'ye kaydı. Gözleri onun pelerinin açık kısmından gözüken takımına takıldı. Bu kıyafeti herkes bilirdi. Zamanında ülkenin her yerinde bu kıyafetin farklı renklerini giyen birileri olurdu. Ama Valerie bununla da yetinmemişti. Kat kat kesilmiş saçlarına minik örükler örmüş, sadece bekçileri değil, aynı zamanda kahinleri de temsil ettiğini göstermişti.

Dominik bu kızı nasıl koruyacağını gerçekten bilmiyordu. Dominik'i yıllarca hayatta tutan şey gözlerden uzak bir yaşam sürmesiydi. Bu kızsa onun tam aksine, daha ne kadar insanların dikkatini çekebilirim diye düşünüp aklına gelen her şeyi aynı anda uyguluyordu.

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Where stories live. Discover now