Dominik

444 74 11
                                    

Güneş batana dek camının önünde oturup büyülü yaratıklarla ilgili kitabı okudu. Kitap kütüphanedeki birçok kitabe göre kalındı ve Dominik hayatında tek bir büyülü yaratık görmediği için buna epey şaşırmıştı.

Kitapta yazanlara göre büyülü yaratıkların soyu özellikle Efendiler Savaşı'ndan sonra azalmaya başlamıştı. Bu yüzden Karpem onları Marmares'ten uzakta, güvenli bir bölgeye yerleştirmişti. Sadece Katar ve ailesi büyülü yaratıklardan birini sahiplenebiliyor, başka kimse eğer yaratıkların bakımından sorumlu değilse o bölgeye giremiyordu.

Kitapta yazan sayıma göre bu hayvanların sayısı yüz ikiydi. Bunlardan elli dört tanesi baykuşa benzer, gözleri çelik mavisi siyah tüylü kuşlardan oluşuyordu. Kitabın yazarı her yaratığın bilgilerinin yanına kabataslak renklendirilmiş bir çizimini de eklemişti. Bu kitap da diğer kitaplar gibi kitapların büyüyle yazılmadığı günlerden kalmıştı. Dominik güncel kitapların çoğu büyüyle yazıldığı için onları okuyamıyordu. Bu kitap Marek'in dedesi zamanında yazılmıştı.

Bu baykuşa benzer yaratıklara Fogel adı veriliyordu. Bu büyülü kuş türü -yazarın dediğine göre buna kuş demek yanlıştı ama Dominik bu yaratığın gayet de bir kuşa benzediğini düşünüyordu- sıradan bir kuştan çok daha hızlıydı. Hatta yazar kuşa Gökyüzünün Çitası adını vermişti. O kadar hızlı uçuyorlardı ki bu kuşları 'büyügörü' yeteneği olan büyücüler hariç kimse göremezdi. Katar ve konsey bu kuşları özellikle kıtalar arası mesajlaşmalarda kullanırdı. Şimdi onların yerine gönderilen kuşların birçoğu geri dönemiyordu.

Yavaşça iç çekti. Bir Fogel'i olsa pençelerinin arasına bir şiir sıkıştırıp ona gideceği yeri söylemeden gökyüzüne salardı. Başka kıtadan onu hiç tanımayan birinin ellerine giderdi.

Ah bu kitaplar olmasa... Bu kitaplar olmadan yirmi yaşına asla göremezdi. Onu bu kağıtların üzerindeki sözler kurtarmıştı. Yüzünü bile görmediği insanların sözleri. Belki bir gün o da bir kitap yazardı. Garrek gibi romantikler onun yazılarını sıkıcı bulabilirdi. Zaten Dominik de aşkla ilgili bir kitap yazmayı düşünmüyordu. O birilerinin yalnızlığına dokunmak, hiç tanımadığı birini, bu kitapların onu kurtardığı gibi kurtarmak istiyordu.

Güneş batmaya yakın bitirdiği kitabı koltuğunun altına sıkıştırıp aşağı indi. Bütün yaşadıklarının sadece üç gün sürdüğünü düşününce beyni allak bullak olmuştu. Bu kadar hızlı geçen üç günden sonra kendiyle vakit geçirmek ona çok iyi gelmişti. Aşağı inip Garrek ve Valerie'yle konuşmak zorunda olması bile onu rahatsız etmiyordu.

Bununla yaşamayı öğrenebilirim, diye düşündü. Kitaplardaki sözler onu rahatsız etmiyordu. Eğer Valerie de bir kitap olsaydı onunla konuşmaktan da rahatsız olmazdı. Bu düşünce o kadar aklına yattı ki onu terasın yanında yerde otururken bulduğunda gözünde ciltli bir kitap canlandı.

Valerie'yi terasın önünde basamakta otururken buldu. Üstelik Garrek de ortalıkta gözükmüyordu. Dominik ona doğru yaklaşınca Valerie ayağa kalkıp karşısında dikildi.

"Sıkılmış gözüküyorsun." dedi Dominik. Meklismus'tan sonra buraya ilk geldiği gün Dominik için hiç de sıkıcı geçmemişti. "Nasıl sıkılabildin?"

Valerie ona dünyanın en aptal sorusunu sormuş gibi baktı. Gerçekten de öyle düşünüyor olmalıydı. "Ne biçim bir soru bu?"

"Burası büyük bir yer. Büyü yazısı kaybolan kitaplar haricinde bile okuyabileceğin çok fazla kitap var. Dokuzuncu kata geldiğine göre buranın dokuz katlı olduğunu da biliyorsundur."

Katlardan bahsetmesi Valerie'nin hoşuna gitmemişti. "O merdivenler beni korkutuyor."

Dominik başını salladı. "Zamanla alışıyorsun."

Bu sözü Valerie'yi daha da rahatsız etmişti. "Sen burada yaşıyor olabilirsin ama ben yaşamıyorum. Yani alışmam gereken bir şey yok."

"Peki."

"Peki ne?" Dominik kızın gerçekten ona saldıracağını düşünüp geri çekildi. Ama sonra kızın yüzündeki ifadenin öfke olmadığını anladı. Daha çok... Üzgün müydü? Onu üzenin ne olduğunu bilmiyordu -çok da merak etmiyordu- ama en azından bu hislerinin zararsız olduğunu görebiliyordu.

"İstersen..." Garrek bu yaptığını görse muhtemelen ona duygusallaştığını söylerdi. Yoksa sen biricik elçimiz için endişelendin mi? Alakası bile yoktu. Sadece kızın üzerinden yayılan hava onu rahatsız ediyordu.

Bu yüzden yerdeki mermerleri seyrederken kısık sesle konuştu. "İstersen... Garrek'e bakmaya gidebiliriz. Acıkmışsındır. Garrek çok güzel mantarlı pilav yapar."

Eğer insanlar sözlerin bir insan üzerindeki etkisini bilseydi, muhtemelen bu kadar hiddetli konuşmazlardı. O zaman seslerini alçaltır, kelimelerini arttırırlardı. Dominik o an bunu bizzat tecrübe ediyordu.

Valerie'nin yüzündeki ifade yumuşadı. Dominik'e doğrudan bir cevap vermedi ama o arkasını dönüp aşağı inen merdivenlere giderken sessizce peşinden geldi. 

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin