Valerie

366 59 14
                                    

Valerie Markus Marmares ile tanıştığı günü çok iyi hatırlıyordu.

O zamanlar on beş yaşındaydı. Meklismus'un gerçekleştiği gece babası ve Urak ile bir sınır devriyesinden dönüyorlardı. Atlarını bir ağaca bağlayıp geceyi dışarda geçirmeye karar vermişlerdi. Hava o gece hiç olmadığı kadar sıcaktı.

Gecenin bir yarısı atlarının sesleriyle uyanmışlardı. Urak yerinden fırlayıp atlarını tutmaya çalışırken atlardan biri onu tekmelemeye çalışınca geri çekilmiş ve atlarının iplerini koparıp dört nala koşmasını izlemek zorunda kalmıştı. Urak için hayatının en iyi gecesi değildi.

Ve kötüleşmeye daha yeni başlamıştı.

Atlar çıldırmıştı. Valerie'nin babası başkente yakın oldukları için yollarına yürüyerek devam etmelerine karar vermiş, bunun üzerine de yol boyunca Urak'la atışıp durmuşlardı. Valerie onları sessizce dinlemişti. Gece vakti bütün yollar sessiz olurdu. Ama Valerie daha önce hiç bu kadar sessizleştiğini görmemişti.

Urak'ın da bunu hissetmesi uzun sürmedi. Valerie'nin babası Varrak Vaner'in tanımıyla, Urak'ın köpek gibi bir burnu vardı. Şehre yaklaştıkları sırada, kanın kokusunu alabiliyorum, demişti. Varrak Vaner onun kandan başka bir koku alamadığıyla ilgili bir espri yapmıştı ama ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın onun üzerinde de aynı gerginlik vardı.

Bir şeyler yanlış ya da eksikti. Valerie bir şeyin eksik olduğunu hissediyordu ama neyin eksildiğini anlayamıyordu.

Ta ki başkentin ışıkları görünene dek.

"Neden bu kadar çok insan var?" Urak gözlerini kısıp etrafa bakarken Valerie karanlıktan hiçbir şey göremedi. Sadece sesler duyuyordu. Çok fazla insanın sesi vardı. Valerie babasının yanına sokulup beklerken Urak koşarak şehre doğru ilerledi. Valerie de babasıyla onu kendi hızlarında takip etti.

Valerie hala bir şey anlayamıyordu. Sonra ayağı bir şeye çarptı.

Birine.

Çığlık atıp babasının koluna sarılınca babasının da kaskatı kesildiğini hissetti. Korkarak tekrardan gözünü açtı ve etrafına baktı. Her yerde insanlar vardı. Ölü insanlar.

Urak'ın onları bulması uzun sürmedi. Yüzünde Valerie'nin daha önce hiç görmediği bir dehşet vardı.

"Ölmüşler." dedi nefes nefese. "Hayatta olanlar da var ama çok fazla ölü var. Sayamadım. Herhalde... herhalde binlerce."

Binlerce ölü. Valerie hayatında hiçbir cesetle karşılaşmamıştı. Yerde yatanların yüzlerinde o korkunç ifade olmasa Valerie onların sadece hareket etmediğini düşünürdü. Nasıl binlerce insan ölmüş olabilirdi?

Valerie artık ceset görmekten yorulduğu için başını kaldırdı. Gökyüzünde gözlerinin neyi aradığını bilmiyordu ama bir şey eksikti. Bir şeyi görmek istiyordu ama göremiyordu.

"Baba..." diye sordu kısık sesle. O kadar çığlığın arasında sesi kaybolup gitti. "Saray nerede?"

Babası ve Urak onun parmağını takip etti. İkisi de onun gibi önce bomboş baktı. Sonra onlar doğmadan yüzyıllar önce yapılmış sarayın yokluğunu fark ettiler. Gözleri şaşkınlıkla şehrin içine baktı ve sarayın beyaz kubbesini gördüler.

Saray düşmüştü.

Herkes bir yere koştururken hala kendinde olanlar kaskatı kesilmiş bedenleri gömmek için çukur kazıyordu. Valerie sonradan kazılan onca çukura rağmen bedenlerin çoğunun yakıldığını öğrenecekti. Bütün Marmares'teki binalar yıkılıp mezarlığa çevrilse bile cesetleri almaya yetmezdi.

Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1Where stories live. Discover now