20. BÖLÜM

13.4K 526 34
                                    

  Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

Nefesim gittikçe daralırken, boynumdaki eller aynı şiddetle üzerime yükleniyordu. Yaşadığım acının etkisiyle gözlerimden akan bir damla yaşı silecek gücüm yoktu. Sonum gelmişti ve tahmin ettiğim gibi sonum Cem olmuştu. İkimizden birinin ölmesi gerekiyordu. Planlarımıza göre bugün aslında o ölecekti ama şu an nefesi gittikçe tükenen bendim. Nerede, nasıl bir hata yaptığımı aslında çok iyi biliyordum. Güvendim. O üç adamın beni bu cehennemden kurtaracaklarına inandım. Yıllardır kalbimin en diplerine gömdüğüm bu duygu yine sonum olacaktı.

   Arabanın tekerlerinden çıkan sert fren sesiyle üstümdeki Cem ön tarafa doğru fırladı. Ciğerlerimi yakan nefeslerin sebep olduğu öksürüklerimin arasında şoföre bakışlarımı çevirdiğimde bana başıyla dışarıyı işaret etti. Neler olduğunu anlamadan kendimi arabadan dışarı attım. Etrafta kimse yoktu. Otobanın ortasında, yanımızdan hızla geçen arabaların seslerine eşlik eden karanlıkta, öksürüklerimin arasında bir çözüm yolu aramaya çalışırken "Kaçın artık" diyen şoföre baktım. Cem boynuma doladığı ellerini bu sefer onun boğazına geçirmiş ağzından köpükler saçarak küfürler ediyordu. Şoför beni kurtarmak istemişti ve yine benim yüzümden birisi zarar görüyordu.

   Göğsümü zorluyordu aldığım nefesler. İkinci bir ölüme dayanamazdım. Bu adam benim yüzümden ölemezdi. Zorla çıkan sesiyle hala benim kaçmam için fısıldarken attığım çığlıkla birlikte kendimi otobanın yanındaki ormanda koşarken buldum. Kaçmıştım. Bana yardım eden birini geride bırakmış, kaçıyordum. Karanlık ormanda deli gibi koşuyordum. Arkama bile bakmıyordum. Yüzüme vuran soğuk rüzgâr gözlerimin yaşarmasına neden oluyordu ama ben bir damla gözyaşı dökemiyordum. Hiç bir şey düşünemediğim gibi, ruhumu da hissetmiyordum. 

   Ne kadar koştuğumu bilmeden ilerlerken, ay ışığının aydınlattığı bir boşluk buldum kendime. Küçük bir mağaraydı. İçine girip biraz olsun nefeslenmek istedim. Soğuk toprağın üzerine oturdum. Şimdi düşünme zamanıydı. Yine kaçabilmiştim Cem'den. Ama bu sefer ardımda bir can bırakmıştım. Onun ağırlığı göğsümü zorlarken, acı çekerek verdiğim nefesler mağara duvarlarında yankılanıyordu. Başımı ellerimin arasına alıp mağaranın soğuk taşına sırtımı dayadım. Nefes alışlarım düzeldiğinde etrafımı incelemeye başladım.

   Ormanın derinlerinden gelen uluma seslerini yeni fark etmiştim. Zifiri karanlıkta önümde ne olduğunu bilmiyordum. Gökte parlayan aydan başka hiç bir şey gözükmüyordu. 

"Lütfen" dedim sesli bir şekilde. Karanlıkta kendi sesimi duymak istedim. " Lütfen, bu sefer güvenim boşa çıkmasın. Bulsunlar beni, lütfen" derken ellerimle yüzümü kapatıp, yanaklarımı ıslattım. Sessiz sessiz ağlarken arada çıkan hıçkırık seslerini ellerimi ağzıma kadar bastırarak boğuyordum.

   Hissettiğim üşüme ile kabanıma iyice sarıldım. Titrerken dişlerim birbirine çarpıyordu. Koşmaktan kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkununca kulaklarıma kadar yol çizen ağrı inlememe neden oldu. Gözlerimi kapatıp, başımı mağara duvarına yasladığımda, kendimi derin bir uykunun koynuna bıraktım.

"Ezgi" diye seslendi biri. "Buldum seni. Şükürler olsun. " diye devam etti o ses. Sonra yanağımda bir dokunuş. Yanağımda hissettiğim el kadar, kulaklarıma dolan sesi de gömüldüğüm tatlı uykudan uyanmama sebepti. Açabildiğim kadar araladığım gözlerime inanamadım. Hakan yanımdaydı. 

   Başımı dizine yaslamıştı. Bir eli yanağımda, diğer eli de kulağındaki telefondaydı. Bir bana bakıyor, bir etrafta göz gezdiriyordu. Havanın aydınlandığını fark ettim o an. 

" Rüya değil mi?" diye mırıldanıp dolan gözlerimi kapattım. Kuru boğazım canımı iyice acıttı. Yüzümü buruşturdum. 

"Değil" dedi ıslık gibi çıkan sesiyle.

KARANLIK ŞEHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin