43. BÖLÜM

8.4K 399 55
                                    


Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

"Kaç gündür seni bekliyorum burada Ezgi, neredesin?" dedi duymayı istemediğim bir ses. Korkuyla irkilip arkamı döndüğümde yüzündeki iğrenç sırıtmasıyla bana bakıyordu.

"Suat?" dedim şaşkınlıkla. "Ne işin var senin burada?" Beklemediğim bir karşılamaydı bu. 

"Unutmuştum seni aslında. Mahallede başka kızlar var. Onlarla takılıyordum. Bilirsin" son kelimesini, üstüne basa basa söyledi. Benimle hiçbir zaman o bahsettiği şekilde takılamamıştı. Hatta kafasında o günlerden hatıra on beş dikişlik bir yara izi bile vardı. Şerefsiz.

"Ama seni görünce, hepsini unuttum bir anda. Sen tektin benim için. Hatırladım." Üzerime doğru adım atmaya kalkıştığında bütün gücümle onu göğsünden geri itmeye çalıştım. Ama kırık olan kaburgamın ağırsıyla bunu yapamamış, üstüne nefesim kesilmişti. Öne doğru eğilip, nefesimi toplamaya çalıştım. 

"Sakin ol. Evimize geldiğin günden beri seni burada bekliyorum. Kimdi o yanındaki lavuk. Sen ve babamlar olmasa gösterirdim ben ona gününü." Diye konuşmaya devam ediyordu. Ben ise yere düşmemek için bedenimle savaş içindeydim. 

"Suat, git sen. Sonra konuşalım" dedim bir umut. Belki giderdi. Onunla uğraşacak durumda değildim.

"Gider miyim hiç? Yıllar sonra seni bulmuşum." İğrendiğim parmaklarıyla kolumdan tutup öne eğilmiş bedenimi kendine hizalamaya çalıştı. Canımı acıtıyordu. 

"Bırak" diye bağırdım. 

Bırakmadı, üstüne iyice kollarını bana doladı. Yüzünü saçlarımın üzerinden boynuma bastırdığını hissettim. İtmeye çalışıyor ama göğsümdeki ağrıdan hareket bile edemiyordum. 

"Bu sefer senin o kolunu kırmazsam, kırıp bir yerine monte etmezsem bana da Hakan demesinler!"

Sessiz sokakta yankılanan sert sesini duymamla, Suat'ın benden uzaklaşması bir oldu. Sadece iki gündür sesini duymuyordum ama bir asır duymamış gibi hissetmem normal değildi. Hakan gelmişti. Buradaydı. Beni kurtaracaktı. Sevinmeli miydim?

Ben hafif öne eğik şekilde duruyordum ve bunları düşünüyordum. O sırada Hakan Suat'ı yere yatırmış, suratına peş peşe yumruklar indiriyordu. Gözü dönmüş, hedefinden başka bir şey düşünmüyor, görmüyor gibiydi.

"Bırak, ölecek!" dedim en sonunda kendime gelerek. Kaybolan sesimi bulmuştum. "Bıraksana!" diye bağırdım. Öfkeden hırlamaları arasında yüksek çıkan sesimi sonunda ona duyurabildim. Aniden bakışlarını bana çevirdi. Suat'a nasıl bakıyorsa, on misli daha öfkeli bakıyordu şimdi bana. Benim sinirlenmem, dağıtıp yıkmam gerekirken hem de.

Ayağa kalktı, Suat'ın da yakasından tutup sertçe ayağa kaldırdı. Gözleri hala benim üstümdeydi. Hala nefes almakta zorlanıyordum.

"İyi misin?" dedi soğuk ifadeyle. Cevap vermedim. Onu ilgilendiren bir konu ya da kişi yoktu burada. Alacağını almıştı. Almak istediğinden fazlasını belki de.

"İçeri gir Ezgi!" dedi başıyla kapıyı gösterirken. Kaşlarım havalanırken, bu hareketlerinin anlamını çözmeye çalışıyordum. Ne istediği hep meçhuldü. En son, sonradan niyetini öğrenince de bana kalan sadece hayal kırıklığı olmuştu.

"Sana içeri gir dedim!" diye tekrarladığında, ses tonu düşük ama etkisi oldukça yüksekti. Yerimden kıpırdamadım. Bu ortamdan uzaklaşmak istesem de onun dediklerini yapmaya gururum engel oluyordu.

Suat'ın yakasını tutan ellerini sertçe bırakıp bana doğru iki büyük adım attı. Yanıma kadar geldiğinde bir süre gözlerime baktı. Bilerek gözlerimi gözlerinden çekmedim. Yapabildiğim kadar meydan okuduğumu göstermek istedim. Güçlü olduğumu. Yaptıklarının beni zerre etkilemediğini göstermek istedim. Yalan da olsa.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now