85. BÖLÜM

1.1K 64 20
                                    

Selam :)

 Oy verip yorum yapmayı unutmayın lütfen. 

Keyifli okumalar.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Yaşamak istemediğimiz, aklımıza bile getirmek istemediğimiz bazı durumlar vardır. Hayat bu durumun içine bırakıverir seni bir anda. Ne yapacağını, nasıl davranacağını test etmek ister. Hayatım boyunca bu tür durumlarla sürekli karşı karşıya kaldım. Ama hiç birisi, Hakan'ın beni yanlış anlayacağı düşüncesi kadar korkutmadı, endişelendirmedi. 


Önce Cenk, şimdi de Ali. Aramıza giren saniyeler, saatler, günler, yıllar ve kilometreler bir insanı nasıl değiştirebilir ki.

Bakışları bilinmedik bir deniz. Korkunç, devasa dalgalarla bakıyor bana. Ürpertici. Buz gibi. Onun buz bakışlarını eritmek için alevler yakarak bakıyorum gözlerine. Ama olmuyor ona ulaşmamın imkânı yok. Hakan benim sevdiğim adam değil artık.

Toprağa girmeden de ölebiliyordu ya insan, bunu en iyi ben bilirdim. Hakan o durumda şimdi. Karşımda yıkık bir şekilde duruyor. Bunu benden başkası göremez. O kadar güçlü duruyor ki, dışarıya karşı kimse içindeki yıkımı görmüyor. Bir tek ben. Belki de ellerimle yıktığım için bu kadar berrak bana.

Takım elbisesinin pantolonuna sol elini sokmuş, dimdik duruyor karşımda. Adem tam arkasında. Beni gördüğüne şaşırdı mı anlayamadım. İfadesi dümdüzdü.

"Kardeş" dedi Ali. Sessizlik ne kadar sürdü bilmiyorum. Belki de birkaç saniyeydi sadece. Bana asır gibi gelmişti.

Hakan'ın üzerindeki gözlerimi kırpıştırıp yere indirdim. Hakan ve Adem asansörden inmek için hareketlendiğinde Ali, tuttuğu elimden kendi tarafına çekip, kenara doğru kaydı. Hakan'ın bakışları hala ellerimizdeydi. Rahatsız bir şekilde kolumu oynattığımda, Ali birden bana doğru döndü. Önce bana sonra ellerimize baktı ve hemen elini elimden çekti.

"Nasılsın görüşmeyeli" diye konuşmasına devam ederken avuç içini kısa saçlarında gezdirdi. Durumun ne kadar saçma olduğunun sonunda farkına varmıştı.

Hakan aynı ifadesizlikle Ali'ye bakıyordu. "Niye geldiniz?" diye sordu bir süre baktıktan sonra. Bana çevirmedi bakışlarını. Ama ben bir tek ona bakıyordum. Tek ilgilendiğim oydu.

"Sorulması gereken şey bu değil" dedim sessizce. Tek kaşını kaldırdı ve sonra ağır hareketlerle bana döndü.

"Neymiş sorulması gereken" yüzüme doğru eğilerek kurmuştu cümlesini. Göz bebeklerimi sabit tutamıyordum gözlerinde.

"Bunca zaman ne yaptığım mesela" dedim zorla. Harfler dudaklarımdan zorlukla çıkmıştı. An da sadece o ve ben vardım. Etraf simsiyahtı, parlayan, dikkat çeken tek şey Hakan'dı.

"Bildiğim şeyin nesini sorayım sana" dedikten sonra, derin bir nefes çekti içine. Gözlerimdeydi gözleri. Benim aksime, göz bebeğini bile kımıldatmadan bakıyordu.

"Ne biliyorsun ki?" diye sordum. Sesimi kontrol edememiş, öfkelendiğimi ona göstermiştim. "Gerçekten bunları duymak istiyor musun? " diye sordu. Bana iğreniyormuş gibi bakıyordu. Canımı daha fazla yakamazdı.

"Evet" dedim cesaretle. Ama duymak istemiyordum. Yolda gelirken korkuyordum. Hakan'ın bana nasıl davranacağının belirsizliği, göğsümü daraltıyordu. Ama yine de bir umut vardı içimde. Beni affedebilirdi. Benim de kendime göre haklı nedenlerim vardı. Anlatırdım düzelirdi. Ama bakışları o eşiği çoktan geçtiğimizi açıkça gösteriyordu bana. Beni affetmesinin imkânı yoktu. Çünkü beni sevmiyordu artık.

Birden kolumdan tutup beni iyice kendine doğru çekti. Şimdi daha da yakındı o nefret dolu bakışları.

"Senin için dedim" dedi ve duraksadı. Çenesini sıkıyor, kelimeler dişlerinin arasından çıkıyordu.

 "Bana yaşattığın hisler hatırına, yaptıklarının hesabını sormayacağım dedim. Git kiminle ne yapıyorsan yap, benim seninle uğraşacak vaktim yok" dedi. Ben ona bir şey diyemeden kulağıma doğru eğilip. "O kişi Ali olmasın yeter" dedi.

Bu cümlesiyle zorla tuttuğum iki damla gözyaşı yanaklarıma ıslak bir yol çizdi. Başını geri çekip tekrar gözlerime baktığındaysa, gözyaşlarım peşi sıra düşmeye başladı. Kirpiklerimdeki düşmeyen damlalar görüş açımı kapatıyordu.

Hakan'ın yutkunduğunu gördüm, sonrasında da kolumu bıraktı. Ve Ali'ye hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Bu kadar mıydı? Veda mıydı bu? Vazgeçmişti benden.

Parmaklarımla gözlerimi çıkartmak istercesine, gözlerime bastırıp ,akan yaşları sildim. "Rüya" dedim iç çekerken. Söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki, hepsi değersizleşmişti. Hiç birinin artık bir önemi yoktu. Hakan beni, kalbinden silip atmış, şimdi de hayatından silmeyi istiyordu. Ama Rüya vardı. Benim, bizim kızımız.

Adımları durdu. Arkasını döndü yavaşça. Yine o ifadesiz bakışlarıyla beni inceledi. Ve beni öldürecek son cümlesini de kurdu.

"Benim kızım olup, olmadığını öğrenene kadar benimle kalacak." Dedi. Sözleri göğsümün orta yerine ateş gibi düştü. Elim istemsizce kalbimin üstüne gitti. Dokunmak istedim kalbime acımasını durdurmak için. Ama işe yaramıyordu. Zarar veren adamdaydı ilacı.

"Hakan!" diye bağırdı Ali. Sesi lobide yankılanırken ben ne diyeceğimi bilemeden öylece bakakaldım. Bunu ilk ima edişi değildi ama, bu sefer söylediğinden emin bir şekilde karşımda duruyor, gözlerimin içine bakarak konuşuyordu. Benimle ilgili söyledikleri öfke falan değildi. Sıradan bir insan hakkında konuşmuş gibiydi. Beni üzeceğini bile düşünmemişti. Ben artık yabancı mıydım onun için? Bunu nasıl kabullenebilirdim ki?

"Sen" dedi Ali'ye dönüp. Sesi yüksek çıkmıştı. "Çok istiyordun ya Ezgi'yi. Bulmuşsun işte" dedi. Sonra dudaklarını araladı. Mermisi daha bitmemişti anlaşılan. Ama kullanmaktan vazgeçti. Sustu. Öldürmeyip acı çektirmeyi tercih etti.

"Ne diyorsun lan sen" dedi Ali ve birden Hakan'ın yakasına yapıştı. Ancak Hakan, çevik bir hareketle Ali'nin elinden tutup kendinden uzaklaştırdı. Hem Ali, hem ben şaşkınlıkla Hakan'a bakıyorduk.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now