28. BÖLÜM

10.7K 446 108
                                    

Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

 " Başka çaren yok Ezgi. Bana muhtaçsın. Ya çölde bir damla yağmur olurum senin için , ya da o çok sevdiğin deniz olurum, içimde boğulursun. Bilemezsin" dedi. Ben denizden ayırdığım gözlerimi ona çevirdiğimde, o çok sevdiğim denize bakıyordu.

   Ben  kendi içimde Hakan'ın hayatıma nasıl bir etki edeceğini tartarken, onun da aynı durumda olduğunu fark ettim. Haklıydı. Ya kurtuluşum ya da yok oluşum olacaktı. Belki ben de onun...

"Haklısın. Sana inanmaktan başka bir çarem yok. Ama emin ol, sen de benim için diğerlerinden farklı değilsin. Bir an öylesin sanmıştım ama şimdi her şeyi daha iyi anlıyorum" dediğimde tek kaşını havaya kaldırıp bana baktı.

"Daha açık olursan, daha iyi anlaşabiliriz." dedi çenesine dokunurken.

"Ben daha küçük bir çocukken kimseye güvenmemem gerektiğini anladım. Tek başıma olduğumu. Bu dünyada benim için iyi şeyler yapacak insan yok. Biliyorum. Sen de değilsin. Ali de, Kerem de. Anlattıklarına göre yanında kalmam benim için en mantıklısı. Sadece bu sebeple yanında kalacağım. Ama sana güvenmediğimi de bil." dedim. Kendimi açabildiğim kadar açmaya çalıştım. Ellerimi boynuma götürüp başımı geriye attım. Bazı şeyleri dile dökmek gerçekten çok zordu.

"Güvenme. Sakın bana güvenme Ezgi!" meydan okur gibi bakıyordu. Bakışlarına karşılık verip çenemi dikleştirdim.

"Güvenmeyeceğim!" dedim kehribar rengi gözlerine bakarken. Gariptir, sinir yansımasını beklediğim bakışlarında, kırgınlık vardı. Önemsemedim, istemedim. 

   İlk gözlerini kaçıran o oldu. Derin bir nefes alıp restoranın içinde göz gezdirdi. Arkamda bir noktaya bakarken gözleri kısıldı. Bu hareketine karşılık ben de başımı arkama çevirdiğimde, arka masamızdaki bir adamla göz göze geldik. Bana el sallayarak selam verdiğinde aniden başımı önüme çevirdim. Hakan hâlâ kaş altından oraya bakıyordu.

"Ne oldu?" dedim kısık bir sesle ona doğru eğilerek. Sinirlenmişti ve öfkeli gözlerini bana çevirdiğinde sorduğuma pişman oldum. Sinirlendiğinde çok kötü bakıyordu.

"Bir şey yok." dediğinde üstelemek istemedim. "Karanlık konseyinin aradığı şey ne olabilir." Diye sordum, dikkatini bana vermesi için.

"Bilmiyorum. Aklına gelebilecek her şey olabilir. Sen de olduğu düşünülünce bunu benim sana sormam gerek." dedi. Bıkkınlıkla gözlerimi cama çevirdim. Bilsem sana sorar mıyım?

"Sen bu değişik hayatın içindesin ya hani, ne olabileceğini benden daha iyi bilirsin diye düşündüm." Dedim. Ona baktığımda onun da arka masayla alakasını kestiğini gördüm. Birkaç saniye yüzümü inceledikten sonra, bacağının birini öne doğru uzatıp dar siyah kotunun cebinden bir şey çıkarıp önüme koydu. Bir kaç saniye öylece kalakaldıktan sonra, ancak konuşabildim.

"Nasıl, sen bunu nereden buldun?" dedim kolyeyi elime alarak. Annemin kolyesiydi. Bandajlı avucumun üzerine koyup incelemeye başladım. Kolyenin ucundaki yüzüğe baktım. Yüzükteki derin çizik de yerli yerinde duruyordu. Bu gerçekten de oydu.

" O gece kafede yanımda düşürdün." dedi önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi. Benimse yüzümde güller açıyordu.

"Kaybettiğimi sandım ve bir daha bulamayacağımı." Dedim yüzümdeki tebessümle. Gözlerim minnetle bakıyordu Hakan'a. Bugün bana dünyaları vermişti de haberi yoktu. 

"Çok mu önemli senin için?" diye sordu. "Annemin" dedim tekrar avucumun içindeki yüzüğe bakarken.

"Ben beş yaşındayken ölmüş. Hatırlamıyorum hiç. Sonrasında da babam yurtdışına giderken yüzüğü bana bıraktı. O zamandan beri gözüm gibi bakıyorum buna. Kaybettiğim için çok üzülmüştüm." Cümlemi bitirdiğimde boğazıma çöreklenen yumruyu yutkunarak gidermeye çalıştım. Başımı yukarı kaldırıp gözlerimden yaşların düşmesini engelledim.

KARANLIK ŞEHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin