37. BÖLÜM

9K 362 43
                                    


Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

"Efendim Nil" dediğinde bakışlarımı yere çevirdim. Yerde bulduğum küçük bir taşı ayaklarımın altında ezerken, kulağım ondaydı. Aklım ve kalbim de. 

"Seni ilgilendiren bir durum olsa, zaten haberin olurdu!" dedi tok sesle. Sıkıntıyla bir nefes verip telefonu kapattığında bana baktığını hissettim. Ama ben ondan tarafa hiç dönmedim.

"Kutuya bakalım mı?" dedi. Sesi yumuşacıktı. Düşüncelerimden, içimde hissettiğim tarifsiz kırıklıktan sıyrıldım. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Bazen duygularını inanılmaz güzel saklayabiliyordu. Başımla onu onaylarken:

"Arabadaydı" deyip yaslandığım yerden ayrıldım. Hızlıca yan kapıyı açıp ön koltuğun üzerinde duran kutuyu aldım ve tekrar Hakan'ın yanına geldim. Henüz beş yaşındayken elime sıkıştırılan kutu bundan 20 yıl sonra tekrar ellerimdeydi. Sonunda içindekileri görecektim. Eksikti. Amcam çoğunu satmıştı ama bir mektup vardı içinde. Ve belki de babamın beni o yaşta şeytana bırakmasının da mantıklı bir açıklaması yazıyordu o mektupta. 

Derin bir nefes alıp kutunun klipsini kaldırdım. İçinden amcamın dediği gibi sadece bir mektup çıktı. Kırmızı kadife kumaşın üzerinde duran beyaz zarfı aldım.

Üzerinde 'Ezgi'me' yazıyordu. Zarfı açtıktan sonra çıkan kağıdın katını açıp okumaya başladım. Sesli bir şekilde okumaya başladım. 

"Güzel kızım;

Bu mektubu okuduğuna göre artık büyümüşsün. Büyüdüğüne kendi gözlerimle şahit olamadım. Seni zorlukların içine tek başına gönderiyorum kızım. Babanı sakın affetme. Hem kendin için, hem annen için, beni asla affetme.

Seni çok seven baban..."  bu kadardı. Çok severken, beni bir canavarın ellerine teslim eden babam. Sadece bir kaç cümle bırakıp gitmişti hayatımdan. 

"Ne bu şimdi" dedim okumam bittiğinde. Kaşlarım çatılmıştı. "Aradığımız hiçbir şey yok bu mektupta" dedim ve sinirle yere fırlattım. Ellerimi saçlarıma geçirip sıkıntıyla ofladım. Bunun için mi ben o kadar strese girmiş, görmek istemediğim yüzlerle karşılaşmıştım. 

"Baban sana yazmış!" dedi Hakan kınayan bir ifadeyle. Yere attığım mektubu alıp, özenle buruşmuş yerlerini düzeltti. Yaptıkları ve söyledikleri iyice sinirlendirmişti beni. Anlayışlı olacağı mı tutmuştu?

Histerik bir kahkaha attım. "Mektup yazmayla baba olunmuyor! " dedim sinirle. Ne biliyordu da beni yargılıyordu?

"Seni sevdiğini söylemiş, pişman olacağını bildiği halde bırakmış seni Ezgi. Mecbur kalmış olamaz mı?" diye sordu. Sinirle ona döndüm. Olamazdı. Her ne cehenneme gitmişse beni de götürmeliydi. Bıraktığı yerden daha iyi olurdu.

"Konumuz babam değil, anahtarla ilgili bir şeyler bulmak için geldik buraya. Anahtar yüzünden girdim bu kadar sıkıntıya. Duygu yüklü bir mektup umurumda değil." Dedim tiz çıkan sesimi yükselterek. Konu istemediğim yerde dönüp duruyordu. 

Bakışlarımı öfkeyle manzaraya çevirdim. İçimde kaynayan öfkemin taşmak için sadece bir damlaya ihtiyacı vardı. Ama taşması gereken kişi Hakan değildi. Belki de öfkemden nasibini alması gereken son kişi bile değildi.

"Ezgi"

Adımı ciddi bir şekilde söylediğinde gözlerimi sımsıkı kapattım. Yine bana tanımadığı babamı savunacaktı.

"EZGİ!"

Bu sefer bağırmıştı. Boş bulunup irkildim ve yavaşça bakışlarımı ona çevirdim. Elindeki mektubu yağmurdan sonra çıkan cılız güneşe tutmuş, ciddi bir şekilde inceliyordu.

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now