22. BÖLÜM

12.9K 500 17
                                    

Oy verip, yorum yaparsanız çok sevinirim. Keyifli okumalar...

Gözler üzerimdeyken önümdeki çaydan bir yudum alıp, simitlere uzandım. Ne hissettiğimi ben bile bilmiyorken, onların şaşırmasını garipsemedim. Uzun süren bir esaretten kurtulmuştum. Müebbetim bitmiş gibi. Ya da yıllarca uğraştığım bir projenin, ödevin bitmesi gibi. Boşluktayım ama tatlı bir boşluk. Şimdi dışarıda daha bir dik yürüyebilir, yemeklerimi daha bir zevkle yiyebilirim gibi. Ama ne eksikti içimde. Ruhum hiç olmadığı kadar rahattı ama bu hissettiğim de neydi?

Bir süre daha kaçamak bakışlarla beni yokladılar. İyi olduğumdan emin olduklarında onlarda bana kahvaltıda eşlik etmeye başladılar. Kimseden ses çıkmıyordu. Benden bir tepki gelmedikçe, sanırım konusunu açmayacaklardı. Hiç yemediğim kadar yedim. Ardımda ziyan olmuş yıllarımın acısını çıkartır gibi. Bir dakika boş kalmadı ağzım. Hıncımı, öfkemi, mutluluğumu, bencilliğimi yemeklerden çıkarır gibi yedim. Daha fazla yiyemeyeceğimin işareti olan mide bulantım, sonunda durmamı sağladı.

Kerem işim var deyip çıkmıştı yaklaşık yarım saat önce. Hakan ise elinde tuttuğu yarısı dolu olan çay bardağıyla bana eşlik ediyor gibi görünüyordu. Masadan kalkmamıştı. Bana baktığını bilmeme rağmen, bakışlarımı ona hiç dokundurmadım. Yediklerimin boğazıma doğru dizilmesiyle başımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Saçlarıma sarılı havlu kayıp yere düştü. Hiç bir şey düşünmek istemiyorum. Hiç bir şey yapmak istemiyorum. Gün boyu sandalyeden kafamı sarkıtıp oturabilirdim. Ahh, özgürlük müydü bu?

Yanımdaki hiç tepki vermiyor. En azından saçlarımı okşasa bir kez. Bitti dese keşke. Korkma her şey geçti dese. Yanımda birilerinin olması bile bir mucizeyken daha fazlasını istemek doğru değildi, biliyorum. Ama ihtiyacım var birilerine. Özellikle de başımda bekleyen adama. Bir dokunuşu iyi eder beni sanki. Öyle bir his. Tek bir dokunuş.

Ayağa kalktı, birkaç adım atıp pencerenin önünde durdu. Aklından neler geçiyor acaba? Bana dönük sırtını seyre daldım. İki kez bir dağ gibi önümde durmuştu. Şimdi de bir rüzgâr olup, üzerime sinmiş acı geçmişimin tozlarını temizler miydi?

Düşüncelerimi bölen mide bulantım, boğazıma doğru tırmandığında düşüncelerden sıyrılıp, oturduğum sandalyeyi ardımda devirerek banyoya koştum. Hislerimi bastırmak adına yediklerimi, geri çıkarıyordum. Tükenen bedenime inat midem kasılmaya devam ederken, saçlarımda hissettiğim parmaklar, kalbimi durdurmaya mı çalışıyordu? Sırtımda hissettiğim elleri titremelerimi artırdı.

"Çık" dedim. Beni bu halde görmesi isteyeceğim son şeydi. "Lütfen" Yorgun vücudumdan çıkan ricaları ikiletmedi ve kapıyı ardından kapatarak banyodan çıktı. Yüzüne hiç bakamadım.

Zorlukla ayağa kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Dişlerimi fırçaladıktan sonra, aynadaki yansımama da bakmadım. Kendimle göz göze gelmek istemiyordum. Başım eğik banyodan dışarı çıktığımda, kapının önünde onu gördüm. Elleri cebinde, sırtını duvara yaslamış, bakışlarını yere dikmiş. Beni bekliyordu yine.

" İyi misin?" dedi gözlerini yerden ayırdı ve gözlerime kenetledi. Ben de ona bakıyordum artık.

"Bilmiyorum" dedim. Daha fazlasını dersem, akmayı bekleyen yaşlarım, kendini gösterirdi bu adama. Buna izin vermemeliydim.

Düz ifadesini çatılan kaşları bozdu. Verdiğim cevap mı hoşuna gitmemişti? Titremeye başlayan vücudumu göstermemeye çalışmak zordu. Yumruk yaptığım ellerim, kendime verdiğim telkinler işe yaramıyordu.

" B..ben" dedim zorla. Yutkundum. "Hiç üzülmedim, bu normal mi?" cümlemi bitirmemle bacaklarımın gücü de bitti ve kendimi soğuk zemine bırakmaya hazırlanırken, vücuduma dolanan kollar ile sıcak bir kucağa düşmüştüm.

İkimizde yerdeydik ve ben onun dizlerinin üzerindeydim. Deli gibi titriyordum.

"Normal değil, değil mi?" dedim dişlerim birbirine vururken. Ağlamamaya ne kadar inat edersem edeyim, akmak için bekleyen yaşlarımın da benden aşağı kalır yanı yoktu.

"Geçti" dedi fısıltıyla. Saçlarımın arasından kulağıma fısıldıyordu. Derin bir iç çektim kulaklarıma dolan sesiyle.

"Her şey bitti, korkma artık." Huzur veren sesti bu. Minik bebeğe okunan ninni gibi, ruhumun en derinine dokundu. Gariptir titremelerimi hissetmiyorum. Hatta nefes aldığımı bile hissetmiyorum. Yine bir boşluktayım. Çoğu kez düşüp kendimi yitirdiğim boşluk. Uçup bir yerlere savrulmam gerekirken, bu sefer kollarımdan tutan biri var. Bedenimi sardığı gibi ruhumu da sarmıştı. İlk defa, düştüğüm boşluktan korkmuyorum. Nereye savrulursam savrulayım bu adam beni çekip alabilir. Yine güvenebilirim. İyi geldi işte. Tek bir dokunuşu kendime gelmeme yetti. 

Bu duyguyu yaşamıştım yıllar önce ama bu Cem'e duyduğumdan çok daha farklı bir histi. Güven kelimesinin bu hissi tam olarak karşılaması mümkün değildi. Bu hissi anlatacak bir kelime yoktu. 

Gözlerimi diktim gözlerine. Dışarıdan öfkeli görünen bakışlarının derinlerinde, hüzün vardı. Gördüm. Bana bakarken üzülüyordu, acıyordu. 

Duran titremelerime anlam veremezken, kriz geçirmediğim için rahatladım. Sırtımı kollarından ayırıp, yanağımdaki elini de yavaşça kendimden ayırdım. Birçok duyguyu aynı anda yaşamak eziyetti. Kendime bunu yapmamalıyım. Özgürlüğüme kavuşmuşken, başka birinin esaretine girmeye çalışmak aptallıktı. Duygusal olmamalıydım. 

Hızla ayağa kalktım. Ellerimle yüzüme düşen saçları geriye attım. Yüzüme sertçe bastırıp kendime gelmeye çalıştım. Yaptığım ne kadar doğru bir davranıştı bilmiyorum ama kendimi korumak adına onun gururunu kırabilirdim. Ben bencil birisiyim çünkü.

Bir süre yerde kaldıktan sonra başını sağa sola yatırdı ve hızla yerden kalktı. İşte şimdi acıma yoktu gözlerinde. Öfkeyle bakıyordu istediğim gibi. Alıştırdığı gibi.

"Ne oldu dün gece? " aynı öfkeyle ben de ona bakıyordum. İki düşman gibi. 

"Bizimle tekrar İstanbul'a döneceksin" dedi sadece. Sorumun karşılığı bu değildi.

"Dün gece ne oldu?" diyerek sorumu tekrarladım. Sesim bu sefer yüksekti. 

Cevap vermedi. Yüzümde gezdirdiği bakışları ve belirginleşen çene kasları geri adım atmama neden oldu. Kalbimi kırmasını istemiyordum. 

 Hareket ettiğinde peşinden koştum. "Anlatmayacak mısın?" dedim koşarken. Ben yokmuşum gibi davranmaya devam etti. Dışarı çıkmak için kapıya hareketlendiğinde hızlıca önüne geçtim.

"Anlatmadan gidemezsin!" dedim. Kollarımı açıp, kapının pervazına dayadım. Nefes nefese kalmıştım. Islak saçlarım yüzüme dökülmüştü. 

"Çekil önümden" dedi. Sert ama düşük tondaydı sesi. Üstten bana bakıyordu. Sinirli nefesini alnıma üflüyordu. Dip dibeydik.

" Anlat" dedim ısrarla. "Nasıl öldü?" diye sordum.

"Kerem anlatır sana, seninle harcayacak vaktim yok!" dediğinde elimi kapıdan indirip enseme götürdüm bir an. Bunu fırsat bilip, eliyle beni kenara itti ve kendini dışarı attı. 

Çıplak ayaklarımla peşinden gitmek için hareketlendim. Henüz bir kaç adım atmıştım ki, yerinde durup hızlıca bana döndü. 

"Bekle. Kerem gelecek dedim. O zaman öğrenirsin" derken gözleri soğuk betona basan ayaklarımdaydı. 

Geri bir kaç adım atıp, kapı girişindeki tahtaya bastım. Bu sefer gözlerime bakıyordu. 

"Bekle" dedi sadece. Sonra arkasını dönüp gitti. 

Kalakaldım öyle. Bana yaşattığı duygu karmaşası eziyetten farksızdı. Hiç yaşamadığım hisleri içime ilmek ilmek işlerken, başka bir yerden de söküyordu. Bana zarar veriyordu. Ama her şey bitmişti işte. Ben kendi hayatımı kuracaktım. Her şey bitmişti. Onun hissettirdiği sahte duygulara kendimi bırakmayacaktım.

Bugün onları gördüğüm son gün olacaktı.

Bölüm sonu...

KARANLIK ŞEHİRWhere stories live. Discover now