40. BÖLÜM

8K 370 35
                                    


Satır araları bomboş ama :(

"Hakan Ankara'ya neden geldi sanıyorsun?" diye sordu Murat Erkmen. Ne demek istediğini anlamadım. Ama sorduğu sorunun canımı acıtacağını biliyordum. İçimdeki sıkıntı dev oldu bir anda. Büyüdü ve taştı içimden.

"Nereden bileyim ben, Hakan'ı tanımıyordum bile. O gece bıçaklanmış olmasaydı birbirimizden haberimiz bile olmayacaktı" diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Çok üstüme gelinmişti. Tek kişi değil dört bir koldan üzerime geliniyordu. Üstelik en hassas olduğum noktadan saldırıyorlardı bana. 

"Bir daha o sesini yükseltirsen, dilini keserim senin!" yanağımda hissettiğim keskin acı sonrası çenemi kavrayıp yüzüme nefesini üflemişti konuşurken. Alnında damarlar belirmişti. Canavar gibi bakıyordu bana. Yine korktum. Korkma demişti ama ben yine korktum. Yoktu çünkü yanımda. Neredeydi?

Hızla tuttuğu çenemi itekleyip bıraktığında başım geriye düştü. Vücudumun sızısı hala devam ederken, fiziki ve psikolojik şiddetlerine devam ediyorlardı. Ne kadar dayanabilirdim buna? Ne zaman beni kurtarmaya geleceklerdi. Çabuk olmaları gerekiyordu. Yoksa ölecektim. Son bir kez daha göremeden. 

"Hakan seni tanıyordu ama" diye söze girdi Serdar Koçar. Murat'ın sinirinin yatışması için araya girmişti. Ve saçmalamaya başlamıştı. Beni nereden tanıyabilirdi. Hiç karşılaşmamıştık. Karşılaşmış olsak onu unutmam imkansızdı. İlk görüşte etkilemişti beni. Unutamamıştım bir daha. 

"Nasıl?" dedim yorgun bakışlarımı ona çevirdiğimde. Saçmaladıktan sonra bırakırlardı belki beni. 

"Anahtar güzelim, anahtar. Herkes onun peşindeydi." dedi. Salak olduğumu ima ediyordu ses tonu ve hareketleri. Dediklerinin inanılabilir bir tarafı yoktu. Ne olduğunu bilmiyordu ve benimle birlikte aramaya çalışmıştı. Bana yardım etmişti.  İmkansızdı. 

"Hakan'ın haberi bile yoktu. Beni tanımıyordu. O gece tanıştık biz." dedim tekrar. Neyini anlamıyorlardı. "Yalan söylüyorsun!" diye bağırdım sonrasında. Bu kadar büyük bir tepki vermemin sebebi neydi? Gerçek olma ihtimali mi?

 Gözlerimin önünde bir karartı oluştu. Başımı iki yana sallayarak o karartıyı dağıtmaya çalıştım. Tükeniyordum. 

"Sen benim babama yalancı mı diyorsun?" öfkeyle  yanıma kadar gelen Nil, saçlarımdan tuttu ve başımı çekebildiği kadar aşağıya çekti. Bana saldırmak için bir bahane arıyordu ve bulmuştu. Yoksa babasına dediklerim umurunda bile değildi. Biliyordum. Canımın acısından gözümden bir damla yaş aktı. Engelleyemedim. Korkum vücudumu esir aldı. İçimdeki ses konuşmaya başladı.

'Gördüler gözyaşını, yine ceza alacaksın. Bu sefer daha fena olacak cezan!' Susturmaya çalışsam da beynimin içinde bu ses çoğalarak artıyordu. 

Sıkıca gözlerimi kapattım. Kendimi olabildiği kadar sıkmaya başladım. Başım patlayacak kadar ağrıyordu. Nefesim göğüs kafesime dayanılmaz acılar veriyordu. Dayanamıyordum artık. 

Gözlerimi açmadan kendimi rahatlatmaya çalıştım. Ben böyle dayaklara alışkındım. Önce amcam, sonra Cem. Güçlüydüm. Hiç birisine boyun eğmedim. Yapma dediklerini yaptım inatla. Sonu yarım bitse de okudum. Benden çekinseler bile arkadaş edindim. Çalıştım, paramı kazandım. Hayat kurdum kendime. Onlar yıktıkça yenisini kurdum. Kendime gelmem lazımdı. Hatırlamalıydım. Ne kadar güçlü olduğumu kendime hatırlatmam gerekiyordu. 

Şimdi tekrar yıkıyorlar. Canımı acıtıyorlar. Aynı yüzler değil. Aynı ortam değil. Ama kötü her yerde, her ortamda aynı. Hayatımı yerle bir etmek için anlaşmışlar sanki. Etsinler, yeniden inşa ederim ben. Yeniden ayağa kalkabilirim. İlk defa yaptığım şey değil. Güçlüyüm ben. 

KARANLIK ŞEHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin